English    Türkçe    فارسی   

4
1738-1762

  • وانگهان گفته خدا که ننگرم ** من به ظاهر من به باطن ناظرم
  • İşte onun için Allah “Ben dışa bakmam, içe bakarım” dedi.
  • حکایت آن مداح کی از جهت ناموس شکر ممدوح می‌کرد و بوی اندوه و غم اندرون او و خلاقت دلق ظاهر او می‌نمود کی آن شکرها لافست و دروغ
  • Şerefini korumak için medihlerde bulunan, fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan, hırkasının eksikliğinden o şükürlerin lâftan, yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü
  • آن یکی با دلق آمد از عراق ** باز پرسیدند یاران از فراق
  • Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;
  • گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژده‌ور 1740
  • Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı.
  • که خلیفه داد ده خلعت مرا ** که قرینش باد صد مدح و ثنا
  • Halife, bana tam on kat elbise verdi... Yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
  • شکرها و حمدها بر می‌شمرد ** تا که شکر از حد و اندازه ببرد
  • Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... Nihayet şükür, haddini aştı.
  • پس بگفتندش که احوال نژند ** بر دروغ تو گواهی می‌دهند
  • Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
  • تن برهنه سر برهنه سوخته ** شکر را دزدیده یا آموخته
  • Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?
  • کو نشان شکر و حمد میر تو ** بر سر و بر پای بی توفیر تو 1745
  • Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
  • گر زبانت مدح آن شه می‌تند ** هفت اندامت شکایت می‌کند
  • Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikâyet edip duruyor.
  • در سخای آن شه و سلطان جود ** مر ترا کفشی و شلواری نبود
  • O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!
  • گفت من ایثار کردم آنچ داد ** میر تقصیری نکرد از افتقاد
  • Ben, dedi... Bütün verdiklerini dağıttım; emir ihsanda kusur etmedi hiç!
  • بستدم جمله عطاها از امیر ** بخش کردم بر یتیم و بر فقیر
  • Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım.
  • مال دادم بستدم عمر دراز ** در جزا زیرا که بودم پاک‌باز 1750
  • Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... Çünkü içim pek temizdir benim!
  • پس بگفتندش مبارک مال رفت ** چیست اندر باطنت این دود نفت
  • Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
  • صد کراهت در درون تو چو خار ** کی بود انده نشان ابتشار
  • İçinde diken gibi yüzlerce pislik var... Hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu?
  • کو نشان عشق و ایثار و رضا ** گر درستست آنچ گفتی ما مضی
  • Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi?
  • خود گرفتم مال گم شد میل کو ** سیل اگر بگذشت جای سیل کو
  • Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?
  • چشم تو گر بد سیاه و جان‌فزا ** گر نماند او جان‌فزا ازرق چرا 1755
  • Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... Fakat neden şimdi gözün gök?
  • کو نشان پاک‌بازی ای ترش ** بوی لاف کژ همی‌آید خمش
  • A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lâfların kokusu gelmekte, sus!
  • صد نشان باشد درون ایثار را ** صد علامت هست نیکوکار را
  • Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... İyi işin yüzlerce alâmeti görünür!
  • مال در ایثار اگر گردد تلف ** در درون صد زندگی آید خلف
  • Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!
  • در زمین حق زراعت کردنی ** تخمهای پاک آنگه دخل نی
  • Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... İmkânı yok!
  • گر نروید خوشه از روضات هو ** پس چه واسع باشد ارض الله بگو 1760
  • Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle!
  • چونک این ارض فنا بی‌ریع نیست ** چون بود ارض الله آن مستوسعیست
  • Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... Artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
  • این زمین را ریع او خود بی‌حدست ** دانه‌ای را کمترین خود هفصدست
  • Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!