English    Türkçe    فارسی   

4
1738-1747

  • وانگهان گفته خدا که ننگرم ** من به ظاهر من به باطن ناظرم
  • İşte onun için Allah “Ben dışa bakmam, içe bakarım” dedi.
  • حکایت آن مداح کی از جهت ناموس شکر ممدوح می‌کرد و بوی اندوه و غم اندرون او و خلاقت دلق ظاهر او می‌نمود کی آن شکرها لافست و دروغ
  • Şerefini korumak için medihlerde bulunan, fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan, hırkasının eksikliğinden o şükürlerin lâftan, yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü
  • آن یکی با دلق آمد از عراق ** باز پرسیدند یاران از فراق
  • Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;
  • گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژده‌ور 1740
  • Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı.
  • که خلیفه داد ده خلعت مرا ** که قرینش باد صد مدح و ثنا
  • Halife, bana tam on kat elbise verdi... Yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
  • شکرها و حمدها بر می‌شمرد ** تا که شکر از حد و اندازه ببرد
  • Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... Nihayet şükür, haddini aştı.
  • پس بگفتندش که احوال نژند ** بر دروغ تو گواهی می‌دهند
  • Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
  • تن برهنه سر برهنه سوخته ** شکر را دزدیده یا آموخته
  • Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?
  • کو نشان شکر و حمد میر تو ** بر سر و بر پای بی توفیر تو 1745
  • Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
  • گر زبانت مدح آن شه می‌تند ** هفت اندامت شکایت می‌کند
  • Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikâyet edip duruyor.
  • در سخای آن شه و سلطان جود ** مر ترا کفشی و شلواری نبود
  • O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!