English    Türkçe    فارسی   

5
4056-4080

  • سنگها در آستین بودش شتاب  ** خرد کردش پیش او بود آن صواب 
  • Eyaz'ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
  • یا به خواب این دیده بود آن پر صفا  ** کرده بود اندر بغل دو سنگ را 
  • Belki o saf ve temiz delikanlı, bu işi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki taş gizlemişti.
  • هم‌چو یوسف که درون قعر چاه  ** کشف شد پایان کارش از اله 
  • Yusuf gibi hani. O da işinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.
  • هر که را فتح و ظفر پیغام داد  ** پیش او یک شد مراد و بی‌مراد 
  • Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
  • هر که پایندان وی شد وصل یار  ** او چه ترسد از شکست و کارزار  4060
  • Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savaşmadan ne korkacak?
  • چون یقین گشتش که خواهد کرد مات  ** فوت اسپ و پیل هستش ترهات 
  • Karşısındakini mat edeceğini iyice bilen, at gitmiş, fil gitmiş, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma şeylerdir.
  • گر برد اسپش هر آنک اسپ‌جوست  ** اسپ رو گو نه که پیش آهنگ اوست 
  • At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düşecek o at değil ya.
  • مرد را با اسپ کی خویشی بود  ** عشق اسپش از پی پیشی بود 
  • İnsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.
  • بهر صورتها مکش چندین زحیر  ** بی‌صداع صورتی معنی بگیر 
  • Suretler için bu kadar elem çekme. Suret baş ağrısı olmaksızın mânayı elde et.
  • هست زاهد را غم پایان کار  ** تا چه باشد حال او روز شمار  4065
  • Zahit, işin sonunu düşünür. Soru, hesab günü hâlim ne olacak diye dertlenir.
  • عارفان ز آغاز گشته هوشمند  ** از غم و احوال آخر فارغ‌اند 
  • Ariflerse başlangıçtan, önden haberdardır, sonu düşünme derdinden de kurtulmuşlardır.
  • بود عارف را همین خوف و رجا  ** سابقه‌دانیش خورد آن هر دو را 
  • Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarış da. Fakat Tanrı takdirini bildiğinden, işin önünden haberdar olduğundan bu bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıştır.
  • دید کو سابق زراعت کرد ماش  ** او همی‌داند چه خواهد بود چاش 
  • Evvelce mercimek ektiğini bildiğinden ne mahsul elde edeceğini de bilir.
  • عارفست و باز رست از خوف و بیم  ** های هو را کرد تیغ حق دو نیم 
  • Ariftir, korkudan da kurtulmuştur, ürkmeden de. Tanrı kılıcı, o hay huyu kesmiş, ikiye bölmüştür.
  • بود او را بیم و اومید از خدا  ** خوف فانی شد عیان گشت آن رجا  4070
  • Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarış meydana çıktı.
  • چون شکست او گوهر خاص آن زمان  ** زان امیران خاست صد بانگ و فغان 
  • Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
  • کین چه بی‌باکیست والله کافرست  ** هر که این پر نور گوهر را شکست 
  • Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
  • وآن جماعت جمله از جهل و عما  ** در شکسته در امر شاه را 
  • O topluluğun hepsi de körlüklerinden Padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı.
  • قیمتی گوهر نتیجه‌ی مهر و ود  ** بر چنان خاطر چرا پوشیده شد 
  • Mücevherin değeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıştı.
  • تشنیع زدن امرا بر ایاز کی چرا شکستش و جواب دادن ایاز ایشان را 
  • Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
  • گفت ایاز ای مهتران نامور  ** امر شه بهتر به قیمت یا گهر  4075
  • Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi?
  • امر سلطان به بود پیش شما  ** یا که این نیکو گهر بهر خدا 
  • Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
  • ای نظرتان بر گهر بر شاه نه  ** قبله‌تان غولست و جاده‌ی راه نه 
  • Ey mücevhere bakan, Padişaha aldırış bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde değil!
  • من ز شه بر می‌نگردانم بصر  ** من چو مشرک روی نارم با حجر 
  • Ben gözümü Padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam.
  • بی‌گهر جانی که رنگین سنگ را  ** برگزیند پس نهد شاه مرا 
  • Boyalı taşı seçip Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir değer yoktur.
  • پشت سوی لعبت گل‌رنگ کن  ** عقل در رنگ‌آورنده دنگ کن  4080
  • Gül renkli oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş.