English    Türkçe    فارسی   

6
4186-4210

  • کودک حلواییی بگریست زار  ** توخته شد وام آن شیخ کبار 
  • Helvacı çocuk, zarı, zarı ağladı da o ulular Şeyhinin borcunu ödediler.
  • گفته شد آن داستان معنوی  ** پیش ازین اندر خلال مثنوی 
  • Bu manevi hikaye, bundan önce “Mesnevi” içinde söylendi.
  • در دلت خوف افکند از موضعی  ** تا نباشد غیر آنت مطمعی 
  • Ondan başka bir yerden tamah etmeyesin diye bir yerden gönlüne bir korkudur düşer.
  • در طمع فایده‌ی دیگر نهد  ** وآن مرادت از کسی دیگر دهد 
  • Fakat bu tamaha bir başka fayda verir; o muradın başka bir kimseden meydana gelir.
  • ای طمع در بسته در یک جای سخت  ** که آیدم میوه از آن عالی‌درخت  4190
  • Ey bir yere sıkıca bağlanan, maksadını oradan uman, o yüce ağaçtan meyve elde edeyim diyen!
  • آن طمع زان جا نخواهد شد وفا  ** بل ز جای دیگر آید آن عطا 
  • O maksadın, oradan olmaz da Tanrı onu başka bir yerden verir.
  • آن طمع را پس چرا در تو نهاد  ** چون نخواستت زان طرف آن چیز داد 
  • Peki… O şeyi sana umduğun taraftan vermeyecekti de neden o tamahı sana verdi?
  • از برای حکمتی و صنعتی  ** نیز تا باشد دلت در حیرتی 
  • Gönlüne bir hayret gelsin diye; bir hikmet bir kudret göstermek için.
  • تا دلت حیران بود ای مستفید  ** که مرادم از کجا خواهد رسد 
  • Ey fayda dileyen! Muradım acaba nereden meydana gelecek diye gönlün hayran olsun diye.
  • تا بدانی عجز خویش و جهل خویش  ** تا شود ایقان تو در غیب بیش  4195
  • Bu suretle kendi aczini, bilgisizliğini bilirsin de gayba olan inanın büsbütün fazlalaşır.
  • هم دلت حیران بود در منتجع  ** که چه رویاند مصرف زین طمع 
  • Gönlüm de menfaat gelecek yerde hayrete düşer. Acaba bu tamahtan bu ümitten ne hasıl olacak dersin.
  • طمع داری روزیی در درزیی  ** تا ز خیاطی بی زر تا زیی 
  • Terzilikten rızık umarsın, sağ oldukça terzilikle geçinir giderim dersin.
  • رزق تو در زرگری آرد پدید  ** که ز وهمت بود آن مکسب بعید 
  • Derken rızkın kuyumculuktan meydana geliverir. Halbuki o vehmine bile gelmemişti senin.
  • پس طمع در درزیی بهر چه بود  ** چون نخواست آن رزق زان جانب گشود 
  • Peki, o rızık oradan meydana gelmeyecekti de terziliğe tamahın nedendi?
  • بهر نادر حکمتی در علم حق  ** که نبشت آن حکم را در ما سبق  4200
  • Tanrı bilgisindeki eşsiz, örneksiz bir hikmet yüzündendi. Tanrı, onu ezelde öyle yazmıştı.
  • نیز تا حیران بود اندیشه‌ات  ** تا که حیرانی بود کل پیشه‌ات 
  • Düşüncen şaşırsın, bütün hünerin, işin gücün hayranlıktan ibaret olsun diye Tanrı bu hikmeti halk etti.
  • یا وصال یار زین سعیم رسد  ** یا ز راهی خارج از سعی جسد 
  • Acaba sevgilinin vuslatına bu çalışmasıyla mı ererim, yoksa bedeni çalışmam olmaksızın başka bir yoldan mı sevgiliye ulaşırım?
  • من نگویم زین طریق آید مراد  ** می‌طپم تا از کجا خواهد گشاد 
  • Maksadıma bu yoldan erişeceğim demem. Yalnız bakalım, isteğim nereden meydana gelecek diye çırpınır dururum;
  • سربریده مرغ هر سو می‌فتد  ** تا کدامین سو رهد جان از جسد 
  • Başı kesilmiş kuş, can bedeninden nerede kurtulacak diye her yana koşar çırpınır , çırpınır ya.
  • یا مراد من برآید زین خروج  ** یا ز برجی دیگر از ذات البروج  4205
  • Ben de ya bu çıkışla muradıma nail olurum, yahut burçlarla süslü gökteki başka bir burçtan muradıma ererim dersin.
  • حکایت آن شخص کی خواب دید کی آنچ می‌طلبی از یسار به مصر وفا شود آنجا گنجیست در فلان محله در فلان خانه چون به مصر آمد کسی گفت من خواب دیده‌ایم کی گنجیست به بغداد در فلان محله در فلان خانه نام محله و خانه‌ی این شخص بگفت آن شخص فهم کرد کی آن گنج در مصر گفتن جهت آن بود کی مرا یقین کنند کی در غیر خانه‌ی خود نمی‌باید جستن ولیکن این گنج یقین و محقق جز در مصر حاصل نشود 
  • Bir adam rüyasında birisini gördü. Gördüğü adam, kendisine “Zengin olmayı istiyorsun ya, bu maksadına Mısır’da erişeceksin. Orada bir define var; filan mahallede filan evde” dedi. Adam, Mısır’a gelince orada birisi, kendisine “Bağdat’ta filan mahallede filan evde bir define var” dedi. Mahallenin ve ev sahibinin adını söyledi. Adam Mısır’a gelmemdeki sebep, bu defineyi evimden başka bir yerde aramamaklığım lazımmış, bunu öğrenmek içinmiş demek. Yoksa bu defineyi, Mısır’da elde edemiyeceğim dedi.
  • بود یک میراثی مال و عقار  ** جمله را خورد و بماند او عور و زار 
  • Mal ve akara konmuş bir mirasyedi vardı. Konduğu mirasın hepsini yedi, çırçıplak kaldı.
  • مال میراثی ندارد خود وفا  ** چون بناکام از گذشته شد جدا 
  • Miras malının zaten vefası yoktur. Geçip gider, fayda etmez, geçip gider; sahibi, ondan ayrılıverir.
  • او نداند قدر هم کاسان بیافت  ** کو بکد و رنج و کسبش کم شتاف 
  • Mirasa konan malın kadrini bilmez çünkü kolay buldu. Dileyip savaşmadı pek o kadar zahmet çekmedi ki.
  • قدر جان زان می‌ندانی ای فلان  ** که بدادت حق به بخشش رایگان 
  • Sana da Tanrı bu canı bedava verdi de o yüzden canının kadrini bilmiyorsun.
  • نقد رفت و کاله رفته و خانه‌ها  ** ماند چون چغدان در آن ویرانه‌ها  4210
  • Adamın elindeki para da gitti, kumaş da gitti, evler de gitti. Yıkık yerlerde baykuşlar gibi kalakaldı.