English    Türkçe    فارسی   

3
4200-4249

  • تا که خود را در دهم در جوش من ** تا رهی یابم در آن آغوش من 4200
  • Bu suretle de kendimi kaynamaya, vereyim de onun kucağına ulaşayım, ona kavuşmaya bir yol bulayım!
  • زانک انسان در غنا طاغی شود ** همچو پیل خواب‌بین یاغی شود
  • Çünkü insan, zenginlikte azgın olur. Rüyasında Hindistan’ı gören fil gibi azar, kudurur.
  • پیل چون در خواب بیند هند را ** پیلبان را نشنود آرد دغا
  • Fil, rüyada Hindistan’ı gördü mü filciyi dinlemez, azgın bir hale gelir.
  • عذر گفتن کدبانو با نخود و حکمت در جوش داشتن کدبانو نخود را
  • Hanımın nohuda özürler getirmesi ve nohudu kaynatmasındaki hikmet
  • آن ستی گوید ورا که پیش ازین ** من چو تو بودم ز اجزای زمین
  • Hanım, nohuda der ki: “Ben de bundan önce senin gibi yeryüzü cüz’ülerindenim.
  • چون بنوشیدم جهاد آذری ** پس پذیرا گشتم و اندر خوری
  • Ateş gibi mücadeleyi içercesine tadınca makbul oldum.
  • مدتی جوشیده‌ام اندر زمن ** مدتی دیگر درون دیگ تن 4205
  • Bir müddet yeryüzünde kaynadım, bir müddet de ten tenceresinin içinde.
  • زین دو جوشش قوت حسها شدم ** روح گشتم پس ترا استا شدم
  • Bu iki kaynayışla duygulara kuvvet oldum, ruh kesildim de sonra seni pişiriyorum.
  • در جمادی گفتمی زان می‌دوی ** تا شوی علم و صفات معنوی
  • Cematken, bu sıfattan koşar, geçersen bilgi olur, manevi sıfatlar haline gelirsin, derdim.
  • چون شدم من روح پس بار دگر ** جوش دیگر کن ز حیوانی گذر
  • Ruh sahibi oldum ama bu sefer de diyorum ki: Bir kere daha coş, kayna da bu canlı suretten de geç!
  • از خدا می‌خواه تا زین نکته‌ها ** در نلغزی و رسی در منتها
  • Allah’tan inayet iste… Bu ince bahislerde ayağın sürçmesin, mananın künhüne, işin ta sonuna eriş!
  • زانک از قرآن بسی گمره شدند ** زان رسن قومی درون چه شدند 4210
  • Çünkü çok kişiler Kur’an’ı anlayamadılar da yol azıttılar… Bazı kişilerse o ipe sarıldılar ama kuyunun dibine gittiler.
  • مر رسن را نیست جرمی ای عنود ** چون ترا سودای سربالا نبود
  • A inatçı, yücelere çıkmak sevdasında değilsen ipin ne suçu var?
  • باقی قصه‌ی مهمان آن مسجد مهمان کش و ثبات و صدق او
  • Konuk öldüren mescide konuklayan adam hikâyesinin sonu ve o konuğun niyetindeki doğruluk
  • آن غریب شهر سربالا طلب ** گفت می‌خسپم درین مسجد بشب
  • O himmeti yüce garip dedi ki: “Ben, bu mescitte kalacak, bu mescitte uyuyacağım.
  • مسجدا گر کربلای من شوی ** کعبه‌ی حاجت‌روای من شوی
  • Ey mescit, bana Kerbelâ olsan yine aldırış etmem. Sen beni muradıma eriştiren bir Kâbe olacaksın!
  • هین مرا بگذار ای بگزیده دار ** تا رسن‌بازی کنم منصوروار
  • Ey seçilmiş ev, aman beni kurtar da Mansur gibi ipimle oynayayım.
  • گر شدیت اندر نصیحت جبرئیل ** می‌نخواهد غوث در آتش خلیل 4215
  • Size gelince: Öğüt vermede Cebrail bile olsanız Halil, ateş içinde medet istemez ki.
  • جبرئیلا رو که من افروخته ** بهترم چون عود و عنبر سوخته
  • Ey Cebrail, git… Ben tutuşmuş yanmaktayım; amber ve öd ağacı gibi yanmakta, bana daha hoş geliyor.
  • جبرئیلا گر چه یاری می‌کنی ** چون برادر پاس داری می‌کنی
  • Ey Cebrail, sen bana yardım ediyorsun, kardeş gibi beni görüp gözetiyorsun ama
  • ای برادر من بر آذر چابکم ** من نه آن جانم که گردم بیش و کم
  • Ben ateşe atılmada pek çeviğim… Yanmakla azalacak, yanmakla çoğalacak, yaşayacak can değilim ki!
  • جان حیوانی فزاید از علف ** آتشی بود و چو هیزم شد تلف
  • Ot yemekle artan, gelişen can hayvan canıdır… O can, ateşe mensuptur, odun gibi de telef olur gider.
  • گر نگشتی هیزم او مثمر بدی ** تا ابد معمور و هم عامر بدی 4220
  • Odun olmasaydı meyve verir, ebediyen mamur bir halde kalır, her şeyi de mahmurlaştırırdı.
  • باد سوزانت این آتش بدان ** پرتو آتش بود نه عین آن
  • Bu ateş, bil ki yakıcı bir yelden ibarettir… Asıl ateşin ışığıdır, kendisi değil!
  • عین آتش در اثیر آمد یقین ** پرتو و سایه‌ی ویست اندر زمین
  • Asıl ateş, esîrdedir. Yeryüzündeki onun ışığı, onun gölgesidir.
  • لاجرم پرتو نپاید ز اضطراب ** سوی معدن باز می‌گردد شتاب
  • Hulâsa ışık ve gölge, daima oynar durur, baki kalmaz… Yine koşa koşa madenine gider, aslına kavuşur.
  • قامت تو بر قرار آمد بساز ** سایه‌ات کوته دمی یکدم دراز
  • Boyun daima olduğu gibidir de gölgesi bir an kısalır bir an uzar.
  • زانک در پرتو نیابد کس ثبات ** عکسها وا گشت سوی امهات 4225
  • Çünkü ışıkların hiç kimse sebat ettiğini görmemiştir; akisler yine döner; asıllarına, analarına giderler.
  • هین دهان بر بند فتنه لب گشاد ** خشک آر الله اعلم بالرشاد
  • Kendine gel… Ağzını yum; fitne, dudaklarını açtı… Kuru sözlere giriş, doğrusunu Allah daha iyi bilir!
  • ذکرخیال بد اندیشیدن قاصر فهمان
  • İyi anlayanları kötü hayallere düşmeleri
  • پیش از آنک این قصه تا مخلص رسد ** دود و گندی آمد از اهل حسد
  • Bu hikâye sone ermeden hasetçilerden bir kötü dumandır geldi.
  • من نمی‌رنجم ازین لیک این لگد ** خاطر ساده‌دلی را پی کند
  • Ben, bundan korkmam ama bu tekme, belki bir gönlü saf kişinin ayağını çeler.
  • خوش بیان کرد آن حکیم غزنوی ** بهر محجوبان مثال معنوی
  • O Hakîmi Gaznevî, perde ardında kalanlara ne güzel manevi bir misal getirdi.
  • که ز قرآن گر نبیند غیر قال ** این عجب نبود ز اصحاب ضلال 4230
  • Sapıklar, Kur’an’da sözden, lâftan başka bir şey görmezlerse şaşılmaz ki
  • کز شعاع آفتاب پر ز نور ** غیر گرمی می‌نیابد چشم کور
  • Körün gözüne, nurlarla dolu güneşin ışıkları gelmez de yalnız bir hararet gelir.
  • خربطی ناگاه از خرخانه‌ای ** سر برون آورد چون طعانه‌ای
  • Göbekli biri, ansızın eşek yurdundan şunu, bunu kınayan karılar gibi baş çıkararak,
  • کین سخن پستست یعنی مثنوی ** قصه پیغامبرست و پی‌روی
  • “Bu söz, yani Mesnevi, aşağılık bir söz… Peygamber’in hikâyesi ona uymayı anlatıp durmakta.
  • نیست ذکر بحث و اسرار بلند ** که دوانند اولیا آن سو سمند
  • Bunda öyle velilerin at koşturdukları makamlara ait yüce bahisler, yüksek şeyler yok…
  • از مقامات تبتل تا فنا ** پایه پایه تا ملاقات خدا 4235
  • Dünyadan ve Allah’tan başka her şeyden kesilmeden tut da yokluk makamına kadar derece derece, mertebe mertebe Allah’a ulaşıncaya kadar
  • شرح و حد هر مقام و منزلی ** که بپر زو بر پرد صاحب‌دلی
  • Her durağın, her konağın şehri de yok ki bir gönül sahibi onunla kanatlanıp uçsun” dedi.
  • چون کتاب الله بیامد هم بر آن ** این چنین طعنه زدند آن کافران
  • O kâfirler Allah’ın kitabını da bu çeşit kınadılar.
  • که اساطیرست و افسانه‌ی نژند ** نیست تعمیقی و تحقیقی بلند
  • “Bu esatirden eski masallardan ibaret… Öyle derin bahisler, yüce hakikatleri eşelemeler yok, bunda.
  • کودکان خرد فهمش می‌کنند ** نیست جز امر پسند و ناپسند
  • Bunu küçücük çocuklar bile anlar. Kabul edilecek yahut edilmeyecek emirlerden nehiylerden ibaret.
  • ذکر یوسف ذکر زلف پر خمش ** ذکر یعقوب و زلیخا و غمش 4240
  • Yusuf, Yusuf’un büklüm, büklüm zülüfleri… Yakup, Zeliha, Zeliha’nın derdi…
  • ظاهرست و هرکسی پی می‌برد ** کو بیان که گم شود در وی خرد
  • Hep bunlar değil mi? Bunları herkes anlar, bilir. Nerede bir söz ki akıl, onu idrak edemesin de hayretlere düşsün” dediler.
  • گفت اگر آسان نماید این به تو ** این چنین آسان یکی سوره بگو
  • Allah’ta dedi ki: “Eğer bu sana kolay görünüyorsa bu çeşit kolay, basit bir sure söyleyiver.
  • جنتان و انستان و اهل کار ** گو یکی آیت ازین آسان بیار
  • Cinlerinize, insanlarınıza kudret ve sanat sahibi olanlarınıza söyleyin de ehemmiyetsiz gördüğünüz ayetler gibi bir ayet meydana getirsinler!”
  • تفسیر این خبر مصطفی علیه السلام کی للقران ظهر و بطن و لبطنه بطن الی سبعة ابطن
  • Mustafa aleyhisselâm’ın “Kur’an’ın zahiri var, bâtını var, bâtının da yedinci bâtına kadar bâtını var” hadisinin tefsiri
  • حرف قرآن را بدان که ظاهریست ** زیر ظاهر باطنی بس قاهریست
  • Bil ki Kur’an’ın bir zahiri var… Zahirin de gizli ve pek kuvvetli bir de içyüzü var.
  • زیر آن باطن یکی بطن سوم ** که درو گردد خردها جمله گم 4245
  • O bâtının bir bâtını, onun da bir üçüncü bâtını var ki onu akıllar anlayamaz, hayran kalır.
  • بطن چارم از نبی خود کس ندید ** جز خدای بی‌نظیر بی‌ندید
  • Kur’an’ın dördüncü bâtınıysa eşsiz, örneksiz Allah’tan başka kimse görmemiş, kimse bilmemiştir.
  • تو ز قرآن ای پسر ظاهر مبین ** دیو آدم را نبیند جز که طین
  • Oğul, sen Kur’an’ın dış yüzüne bakma… Şeytan da Âdem’in topraktan ibaret gördü, hakikatine eremedi!
  • ظاهر قرآن چو شخص آدمیست ** که نقوشش ظاهر و جانش خفیست
  • Kur’an’ın zahiri, insana benzer… Sureti görünür, meydandadır da canı gizli!
  • مرد را صد سال عم و خال او ** یک سر مویی نبیند حال او
  • İnsanın amcası, dayısı bile insana o kadar yakın olduğu halde yüzyıl beraber yaşasalar halini bir kıl ucu olsun göremez, anlayamaz.
  • بیان آنک رفتن انبیا و اولیا به کوهها و غارها جهت پنهان کردن خویش نیست و جهت خوف تشویش خلق نیست بلک جهت ارشاد خلق است و تحریض بر انقطاع از دنیا به قدر ممکن
  • Peygamberlerle velilerin –aleyhimüsselâm– dağlara, mağaralara gitmeleri, gizlenmek için olmadığı gibi halkta korkularından da değildir. Onlar, mümkün olduğu kadar halkın dünyadan alâkasının kesmek ve bu suretle insanları irşad etmek için bu işi yaparlar