English    Türkçe    فارسی   

6
283-332

  • این چنین گراء کی خاین بود  ** ما گمان برده که هست او معتمد 
  • Biz, onu güvenilir bir adam sanıyorduk, umarmıydık böyle bir çalıkuşunun hain çıkacağını?
  • صبر فرمودن خواجه مادر دختر را کی غلام را زجر مکن من او را بی‌زجر ازین طمع باز آرم کی نه سیخ سوزد نه کباب خام ماند 
  • Efendinin, karısına “Sabret,köleyi tekdir etme. Ben onu bu tamahtan öyle bir geçiririm ki ne şiş yanar,ne kebap” demesi.
  • گفت خواجه صبر کن با او بگو  ** که ازو ببریم و بدهیمش به تو 
  • Efendi dedi ki: “Sabret. Ona de ki: Kızı ona vermez sana veririz.
  • تا مگر این از دلش بیرون کنم  ** تو تماشا کن که دفعش چون کنم  285
  • Bu suretle belki gönlünden o sevdayı çıkarırız. Sen hele bir hoşça bak, ben nasıl onu bu işten vazgeçiririm?
  • تو دلش خوش کن بگو می‌دان درست  ** که حقیقت دختر ما جفت تست 
  • Sen gönlünü hoş tut,bunu iyice bil ki kızımız, hakikaten de senin eşindir.
  • ما ندانستیم ای خوش مشتری  ** چونک دانستیم تو اولیتری 
  • A güzel müşteri, evvelce bunu bilmiyorduk, mademki bildik, elbette kızımıza daha lâyıksın sen.
  • آتش ما هم درین کانون ما  ** لیلی آن ما و تو مجنون ما 
  • Ateşimiz, kendi mangalımızda; Leylâ, bizim Leylâ’mız, Mecnunumuz da sen, de
  • تا خیال و فکر خوش بر وی زند  ** فکر شیرین مرد را فربه کند 
  • İyice bir hayale, bir düşünceye düşsün. İyi düşünce insanı semirtir.
  • جانور فربه شود لیک از علف  ** آدمی فربه ز عزست و شرف  290
  • Hayvan,otla semirir,insan da yücelikle,şerefle gelişir.
  • آدمی فربه شود از راه گوش  ** جانور فربه شود از حلق و نوش 
  • İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır. Hayvansa boğazından, yemesinden, içmesinden gelişir.
  • گفت آن خاتون ازین ننگ مهین  ** خود دهانم کی بجنبد اندرین 
  • Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü, ağzım nasıl varır da söyler?
  • این چنین ژاژی چه خایم بهر او  ** گو بمیر آن خاین ابلیس‌خو 
  • Onun için böyle abes bir sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
  • گفت خواجه نی مترس و دم دهش  ** تا رود علت ازو زین لطف خوش 
  • Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf yüzünden iyileşsin.
  • دفع او را دلبرا بر من نویس  ** هل که صحت یابد آن باریک‌ریس  295
  • Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen. Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin.
  • چون بگفت آن خسته را خاتون چنین  ** می‌نگنجید از تبختر بر زمین 
  • Kadın, o hasta köleye böyle söyleyince öyle ferahladı, öyle kabardı o köle ki âdeta yeryüzüne sığamaz oldu.
  • زفت گشت و فربه و سرخ و شکفت  ** چون گل سرخ هزاران شکر گفت 
  • Semirdi, gelişti, benzine kan geldi, kırmızı güle döndü, binlerce şükürler etti.
  • که گهی می‌گفت ای خاتون من  ** که مبادا باشد این دستان و فن 
  • Bazen de, hanımcığım, diyordu, sakın bu bir düzen olmasın!
  • خواجه جمعیت بکرد و دعوتی  ** که همی‌سازم فرج را وصلتی 
  • Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye bir dâvet yaptı, eşini dostunu çağırdı.
  • تا جماعت عشوه می‌دادند و گان  ** که ای فرج بادت مبارک اتصال  300
  • Gelenler de “Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar.
  • تا یقین‌تر شد فرج را آن سخن  ** علت از وی رفت کل از بیخ و بن 
  • Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti.
  • بعد از آن اندر شب گردک به فن  ** امردی را بست حنی هم‌چو زن 
  • Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
  • پر نگارش کرد ساعد چون عروس  ** پس نمودش ماکیان دادش خروس 
  • Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar. Âdeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
  • مقنعه و حله‌ی عروسان نکو  ** کنگ امرد را بپوشانید او 
  • Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine sokup koyverdiler.
  • شمع را هنگام خلوت زود کشت  ** ماند هندو با چنان کنگ درشت  305
  • Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı.
  • هندوک فریاد می‌کرد و فغان  ** از برون نشنید کس از دف‌زنان 
  • Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
  • ضرب دف و کف و نعره‌ی مرد و زن  ** کرد پنهان نعره‌ی آن نعره‌زن 
  • Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
  • تا به روز آن هندوک را می‌فشارد  ** چون بود در پیش سگ انبان آرد 
  • Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
  • زود آوردند طاس و بوغ زفت  ** رسم دامادان فرج حمام رفت 
  • Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
  • رفت در حمام او رنجور جان  ** کون دریده هم‌چو دلق تونیان  310
  • Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü.
  • آمد از حمام در گردک فسوس  ** پیش او بنشست دختر چون عروس 
  • Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
  • مادرش آنجا نشسته پاسبان  ** که نباید کو کند روز امتحان 
  • Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
  • ساعتی در وی نظر کرد از عناد  ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد 
  • Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki:
  • گفت کس را خود مبادا اتصال  ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال 
  • Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
  • روز رویت روی خاتونان تر  ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر  315
  • Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter.
  • هم‌چنان جمله نعیم این جهان  ** بس خوشست از دور پیش از امتحان 
  • İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
  • می‌نماید در نظر از دور آب  ** چون روی نزدیک باشد آن سراب 
  • Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
  • گنده پیرست او و از بس چاپلوس  ** خویش را جلوه کند چون نو عروس 
  • O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
  • هین مشو مغرور آن گلگونه‌اش  ** نوش نیش‌آلوده‌ی او را مچش 
  • Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
  • صبر کن کالصبر مفتاح الفرج  ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج  320
  • Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme.
  • آشکارا دانه پنهان دام او  ** خوش نماید ز اولت انعام او 
  • Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
  • در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحله‌ای الا من عصم الله 
  • Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
  • چون بپیوستی بدان ای زینهار  ** چند نالی در ندامت زار زار 
  • Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
  • نام میری و وزیری و شهی  ** در نهانش مرگ و درد و جان‌دهی 
  • Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
  • بنده باش و بر زمین رو چون سمند  ** چون جنازه نه که بر گردن برند 
  • Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme.
  • جمله را حمال خود خواهد کفور  ** چون سوار مرده آرندش به گور  325
  • Allah nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler.
  • بر جنازه هر که را بینی به خواب  ** فارس منصب شود عالی رکاب 
  • Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen yüce mertebeli büyük mevkili bir adam olur.
  • زانک آن تابوت بر خلقست بار  ** بار بر خلقان فکندند این کبار 
  • Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük korlar, yük olurlar.
  • بار خود بر کس منه بر خویش نه  ** سروری را کم طلب درویش به 
  • Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı az iste, yoksulluk daha iyidir.
  • مرکب اعناق مردم را مپا  ** تا نیاید نقرست اندر دو پا 
  • Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin.
  • مرکبی را که آخرش تو ده دهی  ** که به شهری مانی و ویران‌دهی  330
  • Sonunda iki elinle bu biniciliğin alnını karışlarsın, fakat şimdi bir şehre benzemedesin. Şehre benziyorsun ama hakikatte bir yıkık köysün sen!
  • ده دهش اکنون که چون شهرت نمود  ** تا نباید رخت در ویران گشود 
  • Şimdi bir şehir görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme.
  • ده دهش اکنون که صد بستانت هست  ** تا نگردی عاجز و ویران‌پرست 
  • Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.