English    Türkçe    فارسی   

2
2845-2854

  • O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler. 2845
  • در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار
  • Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
  • رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
  • Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
  • این دراز است و فراوان می‏شود ** و آن چه مقصود است پنهان می‏شود
  • Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
  • فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
  • Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
  • بر رسول حق فسون‏ها خواندند ** رخش دستان و حیل می‏راندند
  • O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
  • آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش‏
  • O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi. 2850
  • شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد
  • Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
  • می‏نمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
  • Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
  • موی را نادیده می‏کرد آن لطیف ** شیر را شاباش می‏گفت آن ظریف‏
  • Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
  • صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه‏
  • O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
  • راست می‏فرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفق‏ترم‏