- Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleği sağmadan da tez geçip gidiveriyor!“
- نه مهم بارست و سه ماهم فرح ** نعمتم زوتر رو از قوس قزح
- Allah erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
- پیش مردان خدا کردی نفیر ** زین شکایت آن زن از درد نذیر
- Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü.
- بیست فرزند اینچنین در گور رفت ** آتشی در جانشان افتاد تفت
- Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güze, kusursuz, ebediyet yurdunu, cenneti gösterdiler.
- تا شبی بنمود او را جنتی ** باقیی سبزی خوشی بی ضنتی
- Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim. Bağ bahçe dedim. Çünkü orası, nimetlerin de aslıdır, bağların, bahçelerin de toplandığı yer. 3405
- باغ گفتم نعمت بیکیف را ** کاصل نعمتهاست و مجمع باغها
- Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
- ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
- Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
- مثل نبود آن مثال آن بود ** تا برد بوی آنک او حیران بود
- Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
- حاصل آن زن دید آن را مست شد ** زان تجلی آن ضعیف از دست شد
- Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını kendinin sandı.
- دید در قصری نبشته نام خویش ** آن خود دانستش آن محبوبکیش
- Sonra ona dediler ki: “Bu nimet, canını feda etmede doğru olan ve bu fedakârlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir. 3410
- بعد از آن گفتند کین نعمت وراست ** کو بجان بازی بجز صادق نخاست