English    Türkçe    فارسی   

3
4089-4098

  • Bir çocuk, ekin bekçiliği yapar ve yanındaki defi çalarak kuşları kaçırırdı.
  • کودکی کو حارس کشتی بدی ** طبلکی در دفع مرغان می‌زدی
  • Kuşlar, o küçücük defin sesini duyup tarladan kaçarlar, ekinler de zararlı kuşlardan kurtulurdu. 4090
  • تا رمیدی مرغ زان طبلک ز کشت ** کشت از مرغان بد بی خوف گشت
  • Kerem sahibi Sultan Mahmud’un yolu, o taraflara düştü, koca otağı o civara kuruldu.
  • چونک سلطان شاه محمود کریم ** برگذر زد آن طرف خیمه‌ی عظیم
  • Gökteki yıldızlar kadar çok, talihleri aydın, saflar yaran, ülkeler alan ordusuyla oraya kondu.
  • با سپاهی همچو استاره‌ی اثیر ** انبه و پیروز و صفدر ملک‌گیر
  • Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi.
  • اشتری بد کو بدی حمال کوس ** بختیی بد پیش‌رو همچون خروس
  • Nöbet, gidişte de onun sırtında vurulurdu, gelişe de.
  • بانگ کوس و طبل بر وی روز و شب ** می‌زدی اندر رجوع و در طلب
  • O deve, tarlaya giriverdi. Çocuk, ekinleri korumak için o küçücük defi çalmaya başladı. 4095
  • اندر آن مزرع در آمد آن شتر ** کودک آن طبلک بزد در حفظ بر
  • Bir akıllı kişi, çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma. O esrik deve, zaten davul taşıyan deve… o sese alışmış.
  • عاقلی گفتش مزن طبلک که او ** پخته‌ی طبلست با آنشست خو
  • A çocuk senin bu defceğizin ona vız gelir. O, bu defin yirmisi kadar olan koskocaman nöbet davulunu taşıyor!
  • پیش او چه بود تبوراک تو طفل ** که کشد او طبل سلطان بیست کفل
  • Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşığım. Canım, belâ davulunun nöbet vurulduğu yer!
  • عاشقم من کشته‌ی قربان لا ** جان من نوبتگه طبل بلا