English    Türkçe    فارسی   

3
825-834

  • Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır. 825
  • که به بوی دل در آن می بسته‌اند ** خم باده‌ی این جهان بشکسته‌اند
  • Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler,
  • جز مگر آنها که نومیدند و دور ** همچو کفاری نهفته در قبور
  • İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir!
  • ناامید از هر دو عالم گشته‌اند ** خارهای بی‌نهایت کشته‌اند
  • Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
  • پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
  • Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
  • گستریدیمی درین بی‌داد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
  • Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. 830
  • این بگفتند و قضا می‌گفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست
  • Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
  • هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا
  • Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
  • که ز موی و استخوان هالکان ** می‌نیابد راه پای سالکان
  • Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
  • جمله‌ی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
  • Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
  • گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته می‌رانند و هون