- Derken bir dağda iri bir ölmüş yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
- اژدهایی مرده دید آنجا عظیم ** که دلش از شکل او شد پر ز بیم
- Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü.
- مارگیر اندر زمستان شدید ** مار میجست اژدهایی مرده دید
- Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar. İşte sana halkın bilgisizliği!
- مارگیر از بهر حیرانی خلق ** مار گیرد اینت نادانی خلق
- İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur?
- آدمی کوهیست چون مفتون شود ** کوه اندر مار حیران چون شود
- Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi. 1000
- خویشتن نشناخت مسکین آدمی ** از فزونی آمد و شد در کمی
- İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
- خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت
- Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o, niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
- صد هزاران مار و که حیران اوست ** او چرا حیران شدست و ماردوست
- Yılancı, o ejderhayı tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
- مارگیر آن اژدها را بر گرفت ** سوی بغداد آمد از بهر شگفت
- Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi.
- اژدهایی چون ستون خانهای ** میکشیدش از پی دانگانهای
- “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu. 1005
- کاژدهای مردهای آوردهام ** در شکارش من جگرها خوردهام