English    Türkçe    فارسی   

4
394-403

  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı. 395
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
  • این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
  • O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
  • او به نسبت با صفات حق فناست ** در حقیقت در فنا او را بقاست
  • Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir. 400
  • جمله‌ی ارواح در تدبیر اوست ** جمله‌ی اشباح هم در تیر اوست
  • Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
  • آنک او مغلوب اندر لطف ماست ** نیست مضطر بلک مختار ولاست
  • Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
  • منتهای اختیار آنست خود ** که اختیارش گردد اینجا مفتقد
  • Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.
  • اختیاری را نبودی چاشنی ** گر نگشتی آخر او محو از منی