- Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
 
		    - اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
 
		    - صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
 
		    - ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker.   685
 
		    - او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقهی درویش را
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
 
		    - منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بیسر و بیپا بدیم آن سر همه
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
 
		    - یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بیگره بودیم و صافی همچو آب
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
 
		    - چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایههای کنگره
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
 
		    - کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım.   690
 
		    - شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
 
		    - نکتهها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
 
		    - پیش این الماس بیاسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
 
		    - زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
 
		    - آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi.   695
 
		    - کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی میخواستند
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
 
		  - منازعت امرا در ولیعهدی
 
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
 
		    - یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
 
		    - گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
 
		    - اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
 
		    - آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.   700
 
		    - از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
 
		    - آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
 
		    - هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهمافتادند چون پیلان مست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
 
		    - صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
 
		    - خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti.   705
 
		    - تخمهای فتنهها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
 
		    - جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت