English    Türkçe    فارسی   

1
1629-1678

  • Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
  • نطق کان موقوف راه سمع نیست ** جز که نطق خالق بی‌‌طمع نیست‌‌
  • Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur. 1630
  • مبدع است او تابع استاد نی ** مسند جمله و را اسناد نی‌‌
  • Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır.
  • باقیان هم در حرف هم در مقال ** تابع استاد و محتاج مثال‌‌
  • Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!
  • زین سخن گر نیستی بیگانه‌‌ای ** دلق و اشکی گیر در ویرانه‌‌ای‌‌
  • Çünkü Âdem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak gözyaşlarıdır.
  • ز آن که آدم ز آن عتاب از اشک رست ** اشک تر باشد دم توبه پرست‌‌
  • Âdem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryat etmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir.
  • بهر گریه آمد آدم بر زمین ** تا بود گریان و نالان و حزین‌‌
  • Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti. 1635
  • آدم از فردوس و از بالای هفت ** پای ماچان از برای عذر رفت‌‌
  • Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!
  • گر ز پشت آدمی وز صلب او ** در طلب می‌‌باش هم در طلب او
  • Gönül ateşiyle gözyaşından çerez düz. Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir.
  • ز آتش دل و آب دیده نقل ساز ** بوستان از ابر و خورشید است باز
  • Sen gözyaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikleri gibi ekmek âşığısın!
  • تو چه دانی قدر آب دیده‌‌گان ** عاشق نانی تو چون نادیدگان‌‌
  • Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun.
  • گر تو این انبان ز نان خالی کنی ** پر ز گوهرهای اجلالی کنی‌‌
  • Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap. 1640
  • طفل جان از شیر شیطان باز کن ** بعد از آنش با ملک انباز کن‌‌
  • Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melûn Şeytan’la sütkardeşisin!
  • تا تو تاریک و ملول و تیره‌‌ای ** دان که با دیو لعین همشیره‌‌ای‌‌
  • Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
  • لقمه‌‌ای کان نور افزود و کمال ** آن بود آورده از کسب حلال‌‌
  • Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!
  • روغنی کاید چراغ ما کشد ** آب خوانش چون چراغی را کشد
  • İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.
  • علم و حکمت زاید از لقمه‌‌ی حلال ** عشق و رقت آید از لقمه‌‌ی حلال‌‌
  • Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! 1645
  • چون ز لقمه تو حسد بینی و دام ** جهل و غفلت زاید آن را دان حرام‌‌
  • Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü?
  • هیچ گندم کاری و جو بر دهد ** دیده‌‌ای اسبی که کره‌‌ی خر دهد
  • Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.
  • لقمه تخم است و برش اندیشه‌‌ها ** لقمه بحر و گوهرش اندیشه‌‌ها
  • Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağıza alınan lokmanın helâl olmasından doğar
  • زاید از لقمه‌‌ی حلال اندر دهان ** میل خدمت عزم رفتن آن جهان‌‌
  • Tacirin Hindistan dudularından gördüğünü duduya söylemesi
  • باز گفتن بازرگان با طوطی آن چه دید از طوطیان هندوستان‌‌
  • Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi.
  • کرد بازرگان تجارت را تمام ** باز آمد سوی منزل دوست کام‌‌
  • Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu. 1650
  • هر غلامی را بیاورد ارمغان ** هر کنیزک را ببخشید او نشان‌‌
  • Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi.
  • گفت طوطی ارمغان بنده کو ** آن چه دیدی و آن چه گفتی باز گو
  • Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak,
  • گفت نی من خود پشیمانم از آن ** دست خود خایان و انگشتان گزان‌‌
  • Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi.
  • من چرا پیغام خامی از گزاف ** بردم از بی‌‌دانشی و از نشاف‌‌
  • Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi.
  • گفت ای خواجه پشیمانی ز چیست ** چیست آن کاین خشم و غم را مقتضی است‌‌
  • Tacir dedi ki: “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. 1655
  • گفت گفتم آن شکایتهای تو ** با گروهی طوطیان همتای تو
  • İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”
  • آن یکی طوطی ز دردت بوی برد ** زهره‌‌اش بدرید و لرزید و بمرد
  • Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum. Pişmanlık ne fayda verir?
  • من پشیمان گشتم این گفتن چه بود ** لیک چون گفتم پشیمانی چه سود
  • Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir.
  • نکته ای کان جست ناگه از زبان ** همچو تیری دان که جست آن از کمان‌‌
  • Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.
  • وانگردد از ره آن تیر ای پسر ** بند باید کرد سیلی را ز سر
  • Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz. 1660
  • چون گذشت از سر جهانی را گرفت ** گر جهان ویران کند نبود شگفت‌‌
  • Yapılan işin Gayb Âleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tâbi değildir.
  • فعل را در غیب اثرها زادنی است ** و آن موالیدش به حکم خلق نیست‌‌
  • Onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Tanrı tarafından yaratılmıştır.
  • بی‌‌شریکی جمله مخلوق خداست ** آن موالید ار چه نسبتشان به ماست‌‌
  • Meselâ Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar.
  • زید پرانید تیری سوی عمر ** عمر را بگرفت تیرش همچو نمر
  • Yara, bir yıl kadar Amr’ın vücudunda ağrılar, sızılar meydana getirir. O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil.
  • مدت سالی همی‌‌زایید درد ** دردها را آفریند حق نه مرد
  • Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, bereler vücuda gelir de, 1665
  • زید رامی آن دم ار مرد از وجل ** دردها می‌‌زاید آن جا تا اجل‌‌
  • O ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de!
  • ز آن موالید وجع چون مرد او ** زید را ز اول سبب قتال گو
  • Hepsi, Tanrı’nın icadı ise de o ağrıları Zeyd’e nispet et!
  • آن وجعها را بدو منسوب دار ** گر چه هست آن جمله صنع کردگار
  • Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftleşmek de böyledir. Onların sesleri hep Hakk’a mutîdir (eken, nefes alan, tuzak kuran, çiftleşen kuldur; bitiren, yaşatan, tuzağa düşüren, doğurtan yahut bunların aksini meydana getiren Hak’tır).
  • همچنین کشت و دم و دام و جماع ** آن موالید است حق را مستطاع‌‌
  • Velîlerde Tanrı’dan öyle bir kudret vardır ki atılmış oku yoldan geri çevirirler.
  • اولیا را هست قدرت از اله ** تیر جسته باز آرندش ز راه‌‌
  • Tanrı velisi, pişman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır). Fakat bunu, Tanrı eliyle yapar. 1670
  • بسته درهای موالید از سبب ** چون پشیمان شد ولی ز آن دست رب‌‌
  • Tanrı kudretiyle; söylenmiş bir sözü söylenmemiş hale getirir. Bir halde ki ne şiş yanar ne kebap!
  • گفته ناگفته کند از فتح باب ** تا از آن نه سیخ سوزد نه کباب‌‌
  • Bütün kalplerdeki nükteleri işitir, gönüllerden o sözü yok eder.
  • از همه دلها که آن نکته شنید ** آن سخن را کرد محو و ناپدید
  • Ey ulu kişi! Sana delil ve huccet gerekse “Min âyetin ey nünsiha” ayetini oku.
  • گرت برهان باید و حجت مها ** باز خوان من آية أو ننسها
  • “Ensevküm zikrî ” ayetini de oku velilerin kalplere nisyan koyma kudretini anla!
  • آیت أنسوکم ذکری بخوان ** قدرت نسیان نهادنشان بدان‌‌
  • Velîler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; şu halde herkesin gönlüne hâkimdirler. 1675
  • چون به تذکیر و به نسیان قادراند ** بر همه دلهای خلقان قاهراند
  • Velî, unutturma kudretiyle bir kişinin istidlâl yolunu bağladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir iş yapamaz.
  • چون به نسیان بست او راه نظر ** کار نتوان کرد ور باشد هنر
  • Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” ayetini bir okuyun!
  • خلتم سخریه اهل السمو ** از نبی خوانید تا أنسوکم‌‌
  • Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
  • صاحب ده پادشاه جسمهاست ** صاحب دل شاه دلهای شماست‌‌