English    Türkçe    فارسی   

1
1679-1728

  • Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin fer’idir. Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir.
  • فرع دید آمد عمل بی‌‌هیچ شک ** پس نباشد مردم الا مردمک‌‌
  • Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar. 1680
  • من تمام این نیارم گفت از آن ** منع می‌‌آید ز صاحب مرکزان‌‌
  • Mademki halkı unutması ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erişir.
  • چون فراموشی خلق و یادشان ** با وی است و او رسد فریادشان‌‌
  • O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir;
  • صد هزاران نیک و بد را آن بهی ** می‌‌کند هر شب ز دلهاشان تهی‌‌
  • Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir.
  • روز دلها را از آن پر می‌‌کند ** آن صدفها را پر از در می‌‌کند
  • Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.
  • آن همه اندیشه‌‌ی پیشانها ** می‌‌شناسند از هدایت جانها
  • Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir. 1685
  • پیشه و فرهنگ تو آید به تو ** تا در اسباب بگشاید به تو
  • Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz.
  • پیشه زرگر به آهنگر نشد ** خوی این خوش خو به آن منکر نشد
  • Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.
  • پیشه‌‌ها و خلقها همچون جهیز ** سوی خصم آیند روز رستخیز
  • Sanatlar ve tabiatlar, sabah uyandıktan sonra, koşa koşa onun yanına gelirler. (T.M. 1686)
  • پیشه‌‌ها و خلقها از بعد خواب ** واپس آید هم به خصم خود شتاب‌‌
  • Güzel olsun, çirkin olsun... Bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir;
  • پیشه‌‌ها و اندیشه‌‌ها در وقت صبح ** هم بدانجا شد که بود آن حسن و قبح‌‌
  • Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler. 1690
  • چون کبوترهای پیک از شهرها ** سوی شهر خویش آرد بهرها
  • Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması
  • شنیدن آن طوطی حرکت آن طوطیان و مردن آن طوطی در قفس و نوحه‌‌ی خواجه بر وی‌‌
  • Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
  • چون شنید آن مرغ کان طوطی چه کرد ** پس بلرزید اوفتاد و گشت سرد
  • Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
  • خواجه چون دیدش فتاده همچنین ** بر جهید و زد کله را بر زمین‌‌
  • Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
  • چون بدین رنگ و بدین حالش بدید ** خواجه بر جست و گریبان را درید
  • Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
  • گفت ای طوطی خوب خوش حنین ** این چه بودت این چرا گشتی چنین‌‌
  • Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım. 1695
  • ای دریغا مرغ خوش آواز من ** ای دریغا هم دم و هم راز من‌‌
  • Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
  • ای دریغا مرغ خوش الحان من ** راح روح و روضه و ریحان من‌‌
  • Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
  • گر سلیمان را چنین مرغی بدی ** کی خود او مشغول آن مرغان شدی‌‌
  • Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
  • ای دریغا مرغ کارزان یافتم ** زود روی از روی او بر تافتم‌‌
  • Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
  • ای زبان تو بس زیانی بر وری ** چون تویی گویا چه گویم من ترا
  • Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? 1700
  • ای زبان هم آتش و هم خرمنی ** چند این آتش در این خرمن زنی‌‌
  • Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryat etmektedir.
  • در نهان جان از تو افغان می‌‌کند ** گر چه هر چه گویی‌‌اش آن می‌‌کند
  • Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin!
  • ای زبان هم گنج بی‌‌پایان تویی ** ای زبان هم رنج بی‌‌درمان تویی‌‌
  • Hem kuşlara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enisisin!
  • هم صفیر و خدعه‌‌ی مرغان تویی ** هم انیس وحشت هجران تویی‌‌
  • Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun. Sen, yayını beni öldürmek için kurmuşsun.
  • چند امانم می‌‌دهی ای بی‌‌امان ** ای تو زه کرده به کین من کمان‌‌
  • İşte benim kuşumu uçurdun. Zulüm ve sitem otlağında az otla! 1705
  • نک بپرانیده ای مرغ مرا ** در چراگاه ستم کم کن چرا
  • Ya bana cevap ver, yahut insafa gel, yahut da bana neşe ve sevinç sebeplerinden birini an!
  • یا جواب من بگو یا داد ده ** یا مرا ز اسباب شادی یاد ده‌‌
  • Eyvah benim karanlığı yakıp mahfeden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım!
  • ای دریغا نور ظلمت سوز من ** ای دریغا صبح روز افروز من‌‌
  • Vah benim güzel uçan; tâ sondan başlangıca kadar uçup gelen kuşum!
  • ای دریغا مرغ خوش پرواز من ** ز انتها پریده تا آغاز من‌‌
  • Cahil insan ilelebet mihnete âşıktır. Kalk, “Fî kebed” e kadar “Lâ uksimü” yü oku!
  • عاشق رنج است نادان تا ابد ** خیز لا أقسم بخوان تا فی کبد
  • Senin yüzünü gördüm de mihnetten kurtuldum; senin ırmağında köpükten, tortudan arındım. 1710
  • از کبد فارغ بدم با روی تو ** وز زبد صافی بدم در جوی تو
  • Bu eyvah demeler, bu acınmalar onu görmek, peşin ve elde olan kendi varlığından kesilmek hayaliyledir.
  • این دریغاها خیال دیدن است ** وز وجود نقد خود ببریدن است‌‌
  • (Bu kuşun ölümüne sebep) Tanrı’nın gayreti (kıskanması) idi. Hakk’ın hükmüne çare bulunmaz. Nerede bir gönül ki Tanrı’nın hükmünden yüz parça olmamış olsun!
  • غیرت حق بود و با حق چاره نیست ** کو دلی کز حکم حق صد پاره نیست‌‌
  • Gayret (kıskançlık) de her şeyden gayrı olan; vasfı söze ve sese sığmayan Tanrı gayretidir (kendisinden başka her şeyi kıskanır).
  • غیرت آن باشد که او غیر همه ست ** آن که افزون از بیان و دمدمه ست‌‌
  • Ah keşke gözyaşım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçaydım!
  • ای دریغا اشک من دریا بدی ** تا نثار دل بر زیبا بدی‌‌
  • Benim dudum, benim anlayışlı kuşum; düşüncelerimin, sırlarımın tercümanı! 1715
  • طوطی من مرغ زیرکسار من ** ترجمان فکرت و اسرار من‌‌
  • Rızkını vereyim, vermeyeyim... Benim enisimdi. İlk söylenen sözlerden onu hatırlarım benimle ezelî bir âşinadır.
  • هر چه روزی داد و ناداد آیدم ** او ز اول گفته تا یاد آیدم‌‌
  • O öyle bir duduydu ki sesi, vahiden gelirdi; varlığı varlık meydana gelmeden önceydi.
  • طوطیی کاید ز وحی آواز او ** پیش از آغاز وجود آغاز او
  • O dudu, senin içinde gizlidir. Sen, şunda bunda onun aksini görmüşsün.
  • اندرون تست آن طوطی نهان ** عکس او را دیده تو بر این و آن‌‌
  • O, kuş senin neşeni alır, fakat yine sen ondan neşelenirsin. Onun yaptığı zulmü, adalet gibi kabul edersin.
  • می‌‌برد شادیت را تو شاد از او ** می‌‌پذیری ظلم را چون داد از او
  • Ey ten uğruna canını yakıp duran! Canını yaktın, tenini aydınlattın. 1720
  • ای که جان را بهر تن می‌‌سوختی ** سوختی جان را و تن افروختی‌‌
  • Ben yandım, kavını tutuşturmak isteyen bana gelsin, benden tutuştursun da çerçöpü alevlensin, yaksın!
  • سوختم من سوخته خواهد کسی ** تا ز من آتش زند اندر خسی‌‌
  • Kav, ateş alma kabiliyetindendir, şu halde ateşi cezbeden kavı al!
  • سوخته چون قابل آتش بود ** سوخته بستان که آتش کش بود
  • Vah vah vah; yazıklar olsun... öyle bir ay bulut altına girdi!
  • ای دریغا ای دریغا ای دریغ ** کانچنان ماهی نهان شد زیر میغ‌‌
  • Nasıl bahsedeyim? Gönül ateşi şiddetle alevlendi; ayrılık aslanı çıldırdı, kan döker bir hale geldi.
  • چون زنم دم کاتش دل تیز شد ** شیر هجر آشفته و خون ریز شد
  • Ayıkken bile titiz ve sarhoş olan, kadehi ele alınca nasıl olur? 1725
  • آن که او هوشیار خود تند است و مست ** چون بود چون او قدح گیرد به دست‌‌
  • Anlatılamayacak derecede sarhoş olan bir aslan, çayırlığa gelince oraya yayılmış yeşilliklerden neşelenir, sarhoşluğu büsbütün fazlalaşır.
  • شیر مستی کز صفت بیرون بود ** از بسیط مرغزار افزون بود
  • Ben kafiye düşünürüm; sevgilim bana der ki: “Yüzümden başka hiçbir şey düşünme!
  • قافیه اندیشم و دل دار من ** گویدم مندیش جز دیدار من‌‌
  • Ey benim kafiye düşünenim! Rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin.
  • خوش نشین ای قافیه اندیش من ** قافیه‌‌ی دولت تویی در پیش من‌‌