English    Türkçe    فارسی   

2
3078-3127

  • Ben, bu iki meclis sahibini görmedikçe iki âlemi de görmek istemem.
  • من نخواهم در دو عالم بنگریست ** تا نبینم این دو مجلس آن کیست‏
  • Allah sıfatlarını görmedikçe ekmek bile yesem boğazımda kalır.
  • بی‏تماشای صفتهای خدا ** گر خورم نان در گلو ماند مرا
  • Onun yüzünü görmedikçe, onun gülünü, gül bahçesini temaşa etmedikçe lokma nasıl siner? 3080
  • چون گوارد لقمه بی‏دیدار او ** بی‏تماشای گل و گلزار او
  • Allah’ı ummadan bu suyu bir an bile kim içer? Ancak öküz ve eşek!
  • جز بر امید خدا زین آب خور ** کی خورد یک لحظه الا گاو و خر
  • Hayvan gibi olanlar, hatta ondan da aşağı bir dereceye düşmüş bulunanlar, hileyle dolu olsa bile yine pis, murdar, kokmuş kişilerdir.
  • آن که کالانعام بد بل هم اضل ** گر چه پر مکر است آن گنده بغل‏
  • Böyle kişinin hilesi de baş aşağı olmuştur, kendisi de. Zamanı geçip gitmiş, günü bir türlü gelmez olmuştur.
  • مکر او سر زیر و او سر زیر شد ** روزگاری برد و روزش دیر شد
  • Düşüncesi körleşmiş, aklı bozulmuş ömrü hiçe gitmiştir. Elif gibi hiçbir şeyi yoktur!
  • فکرگاهش کند شد عقلش خرف ** عمر شد چیزی ندارد چون الف‏
  • “ Ben de bu düşüncedeyim” dese bile bu da o nefsin hilesinden, masalındandır. 3085
  • آن چه می‏گوید در این اندیشه‏ام ** آن هم از دستان آن نفس است هم‏
  • “Allah yargılayıcıdır, merhametlidir” demesi de aşağılık nefsin hilesinden başka bir şey değildir.
  • و انچه می‏گوید غفور است و رحیم ** نیست آن جز حیله‏ی نفس لئیم‏
  • Ey elimde ekmeğim yok diye gamdan ölen, Allah yargılayıcı ve merhametliyse ya bu korku ne?
  • ای ز غم مرده که دست از نان تهی است ** چون غفور است و رحیم این ترس چیست‏
  • İhtiyar bir adamın hastalıklardan doktora şikayeti, doktorun cevabı
  • شکایت گفتن پیر مردی به طبیب از رنجوریها و جواب گفتن طبیب او را
  • İhtiyarın biri, bir doktora “ Dimağım yorgun, aklım yerinde değil” dedi.
  • گفت پیری مر طبیبی را که من ** در زحیرم از دماغ خویشتن‏
  • Doktor dedi ki . “ O akıl zayıflığı ihtiyarlıktandır.” İhtiyar, “ Gözüm de kararıyor” dedi. Doktor “Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi.
  • گفت از پیری است آن ضعف دماغ ** گفت بر چشمم ز ظلمت هست داغ‏
  • Doktor, ”Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Arkam dehşetli ağrıyor” deyince, 3090
  • گفت از پیری است ای شیخ قدیم ** گفت پشتم درد می‏آید عظیم‏
  • Doktor dedi ki: “A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan!” Adam, “ Ne yiyorsam hazmedemiyorum” dedi.
  • گفت از پیری است ای شیخ نزار ** گفت هر چه می‏خورم نبود گوار
  • Doktor “ Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var” dedi.
  • گفت ضعف معده هم از پیری است ** گفت وقت دم مرا دم گیری است‏
  • Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
  • گفت آری انقطاع دم بود ** چون رسد پیری دو صد علت شود
  • İhtiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
  • گفت ای احمق بر این بر دوختی ** از طبیبی تو همین آموختی‏
  • Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun? 3095
  • ای مدمغ عقلت این دانش نداد ** که خدا هر رنج را درمان نهاد
  • Sen ahmak bir eşeksin, bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
  • تو خر احمق ز اندک مایگی ** بر زمین ماندی ز کوته‏پایگی‏
  • Doktor cevap verdi: “Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
  • پس طبیبش گفت ای عمر تو شصت ** این غضب وین خشم هم از پیری است‏
  • Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
  • چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتن‏داری و صبرت شد ضعیف‏
  • İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
  • بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
  • Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir. 3100
  • جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است‏
  • Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
  • از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی‏
  • Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
  • گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
  • Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
  • ور نمی‏دانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین‏
  • Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
  • ور نمی‏دانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var. 3105
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur. 3110
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın? 3115
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
  • Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
  • می‏برندت خانه‏ی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
  • Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
  • نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان‏
  • Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu! 3120
  • نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه‏
  • Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
  • چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانه‏ی کور و کبود
  • Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
  • خانه‏ی بی‏زینهار و جای تنگ ** که در او نه روی می‏ماند نه رنگ‏
  • Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
  • زین نسق اوصاف خانه می‏شمرد ** وز دو دیده اشک خونین می‏فشرد
  • Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
  • گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانه‏ی ما می‏برند
  • Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle. 3125
  • گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو
  • Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
  • این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانه‏ی ما راست بی‏تردید و شک‏
  • Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
  • نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام‏