English    Türkçe    فارسی   

3
118-167

  • Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
  • گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
  • O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
  • او همی‌بیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
  • Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. 120
  • حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خون‌ریز شد
  • Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
  • مرغ بی‌هنگام شد آن چشم او ** از نتیجه‌ی کبر او و خشم او
  • Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
  • سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
  • Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
  • هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
  • Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
  • عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
  • Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur. 125
  • می‌شمارد می‌دهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف
  • Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
  • گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
  • Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
  • پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
  • Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
  • در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
  • Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
  • عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
  • O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz. 130
  • وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد
  • Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
  • بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
  • Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
  • خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
  • Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
  • گورخانه و قبه‌ها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
  • Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
  • بنگر اکنون زنده اطلس‌پوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
  • Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur. 135
  • در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او
  • Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
  • از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشه‌ها او زار زار
  • Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
  • و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
  • Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
  • بازگشتن به حکایت پیل
  • Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
  • گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
  • Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
  • با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیل‌بچگان کم روید
  • Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur. 140
  • من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح
  • Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
  • من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
  • Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
  • هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
  • Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
  • این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
  • Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
  • ناگهان دیدند سوی جاده‌ای ** پور پیلی فربهی نو زاده‌ای
  • Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar. 145
  • اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست
  • Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
  • آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
  • Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
  • از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
  • Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
  • پس بیفتادند و خفتند آن همه ** وان گرسنه چون شبان اندر رمه
  • Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı.
  • دید پیلی سهمناکی می‌رسید ** اولا آمد سوی حارس دوید
  • Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi. 150
  • بوی می‌کرد آن دهانش را سه بار ** هیچ بویی زو نیامد ناگوار
  • Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı.
  • چند باری گرد او گشت و برفت ** مر ورا نازرد آن شه‌پیل زفت
  • Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı.
  • مر لب هر خفته‌ای را بوی کرد ** بوی می‌آمد ورا زان خفته مرد
  • Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü.
  • از کباب پیل‌زاده خورده بود ** بر درانید و بکشتش پیل زود
  • O anda hepsini de birer, birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu.
  • در زمان او یک بیک را زان گروه ** می‌درانید و نبودش زان شکوه
  • Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı. 155
  • بر هوا انداخت هر یک را گزاف ** تا همی‌زد بر زمین می‌شد شکاف
  • Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın kanı seni savaşa düşürmesin.
  • ای خورنده‌ی خون خلق از راه برد ** تا نه آرد خون ایشانت نبرد
  • Bil ki halkın malı kanı demektir. Çünkü mal güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer.
  • مال ایشان خون ایشان دان یقین ** زانک مال از زور آید در یمین
  • O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusu yiyenden öç alır, öldürür.
  • مادر آن پیل‌بچگان کین کشد ** پیل بچه‌خواره را کیفر کشد
  • Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin. Sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder.
  • پیل‌بچه می‌خوری ای پاره‌خوار ** هم بر آرد خصم پیل از تو دمار
  • Hilelere sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir. 160
  • بوی رسوا کرد مکر اندیش را ** پیل داند بوی طفل خویش را
  • Hak kokusunu Yemen’den duyan bendeki bâtıl kokuyu nasıl olurda duymaz?
  • آنک یابد بوی حق را از یمن ** چون نیابد بوی باطل را ز من
  • Mustafa, ta uzak yoldan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz?
  • مصطفی چون برد بوی از راه دور ** چون نیابد از دهان ما بخور
  • Duyar, duyar ama yüzümüze vurmaz, örter. İyi koku da göklere çıkar, kötü koku da.
  • هم بیابد لیک پوشاند ز ما ** بوی نیک و بد بر آید بر سما
  • Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup durur.
  • تو همی‌خسپی و بوی آن حرام ** می‌زند بر آسمان سبزفام
  • Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara kadar gider. 165
  • همره انفاس زشتت می‌شود ** تا به بوگیران گردون می‌رود
  • Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
  • بوی کبر و بوی حرص و بوی آز ** در سخن گفتن بیاید چون پیاز
  • Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim? Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen
  • گر خوری سوگند من کی خورده‌ام ** از پیاز و سیر تقوی کرده‌ام