English    Türkçe    فارسی   

3
1405-1454

  • Padişah tarafından kabul edilip huzurunda oturduktan sonra mektup ve elçi araştırmak çirkin bir şeydir. 1405
  • پیش سلطان خوش نشسته در قبول ** زشت باشد جستن نامه و رسول
  • Bir âşığın, mâşukunun huzurunda aşk mektubu okuması, sevgilinin bu hareketi beğenmemesi, delâlet edilen şey meydana geldikten sonra delil aramak çirkin bir şeydir, bilinen şeye ulaşıldıktan sonra bilgi ile uğraşmak kötü bir şeydir
  • داستان مشغول شدن عاشقی به عشق‌نامه خواندن و مطالعه کردن عشق‌نامه درحضور معشوق خویش و معشوق آن را ناپسند داشتن کی طلب الدلیل عند حضور المدلول قبیح والاشتغال بالعلم بعد الوصول الی المعلوم مذموم
  • Sevgili âşıklarından birisini huzuruna çağırdı. Âşık aşk mektubunu çıkarıp sevgilisinin huzurunda okumaya başladı.
  • آن یکی را یار پیش خود نشاند ** نامه بیرون کرد و پیش یار خواند
  • Mektupta beyitler, övüşler, ihtiyaç ve âciz yoksulluk… Birçok lâflar vardı.
  • بیتها در نامه و مدح و ثنا ** زاری و مسکینی و بس لابه‌ها
  • Mâşuk dedi ki: “Eğer bu okuma, benim içinse vuslat zamanı ömür zayi etmektir bu!
  • گفت معشوق این اگر بهر منست ** گاه وصل این عمر ضایع کردنست
  • Ben yanımdayım, sen mektup okuyorsun. Bu âşıklık alâmeti değil ki!”
  • من به پیشت حاضر و تو نامه خوان ** نیست این باری نشان عاشقان
  • Âşık dedi ki: “Doğru, sen buradasın ama ben, istediğim zevki, istediğim gibi bulamıyorum ki, 1410
  • گفت اینجا حاضری اما ولیک ** من نمی‌یایم نصیب خویش نیک
  • Geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum.
  • آنچ می‌دیدم ز تو پارینه سال ** نیست این دم گرچه می‌بینم وصال
  • Ben bu kaynaktan arı, duru su içtim, o suyla gözümü de yeniledim, gönlümü de.
  • من ازین چشمه زلالی خورده‌ام ** دیده و دل ز آب تازه کرده‌ام
  • Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa suyolumu birisi mi kesti” dedi.
  • چشمه می‌بینم ولیکن آب نی ** راه آبم را مگر زد ره‌زنی
  • Mâşuk dedi ki: “Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar Türküyüm, sen Katu Türkü istiyorsun.
  • گفت پس من نیستم معشوق تو ** من به بلغار و مرادت در قتو
  • Sen bana değil, bir hale âşıksın. Fakat yiğidim, hal elde kalmaz ki. 1415
  • عاشقی تو بر من و بر حالتی ** حالت اندر دست نبود یا فتی
  • Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Âlemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var.
  • پس نیم کلی مطلوب تو من ** جزو مقصودم ترا اندرز من
  • Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim. Hâlbuki aşk, peşindir, eldedir; sandıkta değil!
  • خانه‌ی معشوقه‌ام معشوق نی ** عشق بر نقدست بر صندوق نی
  • Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona!
  • هست معشوق آنک او یکتو بود ** مبتدا و منتهاات او بود
  • Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o!
  • چون بیابی‌اش نمانی منتظر ** هم هویدا او بود هم نیز سر
  • O hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil. Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir. 1420
  • میر احوالست نه موقوف حال ** بنده‌ی آن ماه باشد ماه و سال
  • Dilerse söyler, hâle ferman eder… Dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir.
  • چون بگوید حال را فرمان کند ** چون بخواهد جسمها را جان کند
  • Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir.
  • منتها نبود که موقوفست او ** منتظر بنشسته باشد حال‌جو
  • Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.
  • کیمیای حال باشد دست او ** دست جنباند شود مس مست او
  • Dilerse söyler, hale ferman eder… Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.
  • گر بخواهد مرگ هم شیرین شود ** خار و نشتر نرگس و نسرین شود
  • Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır. 1425
  • آنک او موقوف حالست آدمیست ** کو بحال افزون و گاهی در کمیست
  • Hulâsa sofi “İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
  • صوفی ابن الوقت باشد در منال ** لیک صافی فارغست از وقت و حال
  • Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.
  • حالها موقوف عزم و رای او ** زنده از نفخ مسیح‌آسای او
  • Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun.
  • عاشق حالی نه عاشق بر منی ** بر امید حال بر من می‌تنی
  • Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
  • آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
  • Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem. 1430
  • وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین
  • Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,
  • آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
  • Ayın burcudur ama ay değil… Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok!
  • برج مه باشد ولیکن ماه نه ** نقش بت باشد ولی آگاه نه
  • Saf sofi, "İbn-al vakit"tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır.
  • هست صوفی صفاجو ابن وقت ** وقت را همچون پدر بگرفته سخت
  • Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!
  • هست صافی غرق عشق ذوالجلال ** ابن کس نه فارغ از اوقات و حال
  • Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’tır. 1435
  • غرقه‌ی نوری که او لم یولدست ** لم یلد لم یولد آن ایزدست
  • Diriysen yürü, böyle bir aşk ara… Yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun.
  • رو چنین عشقی بجو گر زنده‌ای ** ورنه وقت مختلف را بنده‌ای
  • Çirkin, güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak!
  • منگر اندر نقش زشت و خوب خویش ** بنگر اندر عشق و در مطلوب خویش
  • Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak!
  • منگر آنک تو حقیری یا ضعیف ** بنگر اندر همت خود ای شریف
  • Ne halde olursan ol, boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır!
  • تو به هر حالی که باشی می‌طلب ** آب می‌جو دایما ای خشک‌لب
  • O susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de… Nihayet kaynağa ulaşacağını bildirmede. 1440
  • کان لب خشکت گواهی می‌دهد ** کو بخر بر سر منبع رسد
  • Dudak kuruluğu, suyu haber verir… Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet der;
  • خشکی لب هست پیغامی ز آب ** که بمات آرد یقین این اضطراب
  • Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, maniler giderir.
  • کین طلب‌کاری مبارک جنبشیست ** این طلب در راه حق مانع کشیست
  • Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır.
  • این طلب مفتاح مطلوبات تست ** این سپاه و نصرت رایات تست
  • Bu istek, horoz gibi “Sabah geliyor” diye nara atarak müjdeler verir.
  • این طلب همچون خروسی در صیاح ** می‌زند نعره که می‌آید صباح
  • Âletin yoksa bile iste ara… Allah yolunda âlete ihtiyaç yoktur. 1445
  • گرچه آلت نیستت تو می‌طلب ** نیست آلت حاجت اندر راه رب
  • Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir.
  • هر که را بینی طلب‌کار ای پسر ** یار او شو پیش او انداز سر
  • De isteklilerin civarında sen de istekli ol… Galiplerin sayesinde sen de galebe et!
  • کز جوار طالبان طالب شوی ** وز ظلال غالبان غالب شوی
  • Karınca Süleymanlık dilerse onun bu dileğini hor görme, himmetine bak!
  • گر یکی موری سلیمانی بجست ** منگر اندر جستن او سست سست
  • Elinde mala, sanat ve hünere dair ne varsa önce onu istemez, düşünmez miydin, ona bu sayede nail olmadın mı?
  • هرچه داری تو ز مال و پیشه‌ای ** نه طلب بود اول و اندیشه‌ای
  • Davut aleyhisselâm zamanında bir adamın gece gündüz “Yarabbi, bana eziyetsiz ve helâl rızık ver” diye dua etmesi
  • حکایت آن شخص کی در عهد داود شب و روز دعا می‌کرد کی مرا روزی حلال ده بی رنج
  • Birisi, Davut Peygamber zamanında her akıllı ve ahmak adamın yanında, 1450
  • آن یکی در عهد داوود نبی ** نزد هر دانا و پیش هر غبی
  • Daima şöyle dua edip dururdu. “Yarabbi, bana zahmetsiz, eziyetsiz bir rızık bir servet ver.
  • این دعا می‌کرد دایم کای خدا ** ثروتی بی رنج روزی کن مرا
  • Beni tembel, hor, hakir, ağır ve miskin yaratan sensin.
  • چون مرا تو آفریدی کاهلی ** زخم‌خواری سست‌جنبی منبلی
  • Zayıf ve sırtı yaralı eşeklere, atlarla katırlara yüklenen yük yüklenemez ki.
  • بر خران پشت‌ریش بی‌مراد ** بار اسپان و استران نتوان نهاد
  • Yarabbi, mademki beni tembel yarattın, rızkımı da tembelliğime bakarak ben çalışmadan ver.
  • کاهلم چون آفریدی ای ملی ** روزیم ده هم ز راه کاهلی