English    Türkçe    فارسی   

3
1461-1510

  • Yarabbi, senden zahmetsiz, eziyetsiz ve ummadığım bir rızık istiyorum. Zaten istemek den başka bir şeye çalıştığım nerede ki?”
  • روزیی خواهم بناگه بی تعب ** که ندارم من ز کوشش جز طلب
  • Birçok zaman gündüzleri geceye, geceleri ta kuşluk çağına kadar bu duayı eder dururdu.
  • مدت بسیار می‌کرد این دعا ** روز تا شب شب همه شب تا ضحی
  • Halk, onun sözlerine, ham tamahına, bu çalışıp çabalamasına gülerdi.
  • خلق می‌خندید بر گفتار او ** بر طمع‌خامی و بر بیگار او
  • Derlerdi ki “ Bu sersem ne söylüyor, yoksa birisi buna esrar mı yutturdu da aklını aldı.
  • که چه می‌گوید عجب این سست‌ریش ** یا کسی دادست بنگ بیهشیش
  • Rızık, kazançla, zahmet ve meşakkatle elde edilir. Herkes bir sanat, bir iş tutturmuş, rızkını öyle elde eder. 1465
  • راه روزی کسب و رنجست و تعب ** هر کسی را پیشه‌ای داد و طلب
  • Rızıkları, sebeplerine yapışarak elde edin... Evlere kapılarından girin denmiştir.
  • اطلبوا الارزاق فی اسبابها ** ادخلو الاوطان من ابوابها
  • Şimdiki zamanda Allah elçisi, padişah ve sultan, hünerlere sahip olan Davut Peygamber’dir.
  • شاه و سلطان و رسول حق کنون ** هست داود نبی ذو فنون
  • Yine de bu kadar yüceliğe, bu kadar naz ü naime sahip olduğu, dostun inayetleri onu seçmiş olduğu halde çalışıyor.
  • با چنان عزی و نازی کاندروست ** که گزیدستش عنایتهای دوست
  • Mucizelerin haddi, hesabı yok, ona ihsan dalgaları, birbiri üstüne gelip duruyor.
  • معجزاتش بی شمار و بی عدد ** موج بخشایش مدد اندر مدد
  • Âdem Peygamber’den bu zamana kadar öyle güzel sesli kimse gelmedi. 1470
  • هیچ کس را خود ز آدم تا کنون ** کی بدست آواز صد چون ارغنون
  • Her vaazında iki yüz kişi ölmekte… Güzel sesi insanları candan etmekte.
  • که بهر وعظی بمیراند دویست ** آدمی را صوت خوبش کرد نیست
  • Aslanlar, ceylânlar vaazına gelmekte… Ne onun bundan haberi var, ne bunun ondan!
  • شیر و آهو جمع گردد آن زمان ** سوی تذکیرش مغفل این از آن
  • Sesine dağlar da ses veriyor, kuşlarda. Onun davetine ikisi de mahrem.
  • کوه و مرغان هم‌رسایل با دمش ** هردو اندر وقت دعوت محرمش
  • Onun, bunun gibi ve daha buna benzer yüzlerce mucizeleri var. Yüzünün nuru, cihetlere sığmıyor, bütün cihetleri de kaplamış.
  • این و صد چندین مرورا معجزات ** نور رویش بی جهان و در جهات
  • Bunca yücelikle beraber Allah, onun bile rızkını çalışmadan vermiyor. Rızıklanması çalışmasına bağlı. 1475
  • با همه تمکین خدا روزی او ** کرده باشد بسته اندر جست و جو
  • Bunca yüceliğine rağmen zırh yapmadıkça, zahmet çekmedikçe rızkı gelmiyor.
  • بی زره‌بافی و رنجی روزیش ** می‌نیاید با همه پیروزیش
  • Hâlbuki sen böyle bayağı ve perişan bir halde kalmış, evinin bucağına kapanmış, felekzede olmuş gitmişsin.
  • این چنین مخذول واپس مانده‌ای ** خانه کنده دون و گردون‌رانده‌ای
  • Hâlbuki bu adam bunca tersliği ile bunca adiliği ile beraber hemencecik, ticaretsiz eteğini kârla doldurmayı istemekte.
  • این چنین مدبر همی خواهد که زود ** بی تجارت پر کند دامن ز سود
  • Bu çeşit ahmak bir herif ortaya çıkmışta gökyüzüne merdivensiz çıkayım diyor.”
  • این چنین گیجی بیامد در میان ** که بر آیم بر فلک بی نردبان
  • Birisi alaya alıp “Haydi yürü, rızkın ulaştı, müjdeci geldi” demekte, 1480
  • این همی‌گفتش بتسخر رو بگیر ** که رسیدت روزی و آمد بشیر
  • Öbürü gülüp “Sana gelenden bize de hediye ver” diye alay etmekteydi.
  • و آن همی خندید ما را هم بده ** زانچ یابی هدیه‌ای سالار ده
  • O ise halkın bu kınamasına, bu alayına hiç aldırış etmez duayı niyazı azaltmazdı bile.
  • او ازین تشنیع مردم وین فسوس ** کم نمی‌کرد از دعا و چاپلوس
  • Böyle, böyle şehirde tanındı, boş ambardan peynir aramakta diye şöhret buldu.
  • تا که شد در شهر معروف و شهیر ** کو ز انبان تهی جوید پنیر
  • O yoksul ham tamahlılıkla darb-ı mesel oldu ama yine de bu istekten bu niyazdan ayrılmıyordu.
  • شد مثل در خام‌طبعی آن گدا ** او ازین خواهش نمی‌آمد جدا
  • Bir öküzün, o ısrarla dua eden adamın evine koşup gelmesi, Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok, Allah duada ısrar edenleri sever” demiştir. Çünkü o istek ve isteyen kişinin isteğindeki ısrar yok mu? İstediği şeyden de daha iyidir, istediğine ulaşmasından da
  • دویدن گاو در خانه‌ی آن دعا کننده بالحاح قال النبی صلی الله علیه وسلم ان الله یحب الملحین فی الدعا زیرا عین خواست از حق تعالی و الحاح خواهنده را به است از آنچ می‌خواهد آن را ازو
  • Nihayet bir gün kuşluk çağında yine ağlayıp inleyerek bu çeşit dua edip dururken, 1485
  • تا که روزی ناگهان در چاشتگاه ** این دعا می‌کرد با زاری و آه
  • Birdenbire evine doğru bir öküz koştu. Boynuzu ile kapıya vurup kilidi kırdı.
  • ناگهان در خانه‌اش گاوی دوید ** شاخ زد بشکست دربند و کلید
  • Küstahçasına eve girdi. Adam hemen sıçrayıp öküzü boynuzlarından bağladı.
  • گاو گستاخ اندر آن خانه بجست ** مرد در جست و قوایمهاش بست
  • Durmadan, aman vermeden hemencecik boğazını kesti.
  • پس گلوی گاو ببرید آن زمان ** بی توقف بی تامل بی امان
  • Derisini, yüzdürmek için gövdesini alıp koşa koşa kasaba götürdü.
  • چون سرش ببرید شد سوی قصاب ** تا اهابش بر کند در دم شتاب
  • Mesnevi’yi nazmedenin özrü ve Allah’tan yardım istemesi
  • عذر گفتن نظم کننده و مدد خواستن
  • Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu manaları içimde oynatıp duran Allah, mademki bunun tamamlanmasını diliyorsun, 1490
  • ای تقاضاگر درون همچون جنین ** چون تقاضا می‌کنی اتمام این
  • Kolaylaştır, yol göster, muvaffakiyet ver. Yahut da bu isteği, bu iştiyakı gider, bizi muahaze etme.
  • سهل گردان ره نما توفیق ده ** یا تقاضا را بهل بر ما منه
  • Mademki müflise altın ihtiyacını ilham ediyorsun, ey gani padişah, gizlice ona altın ihsan et.
  • چون ز مفلس زر تقاضا می‌کنی ** زر ببخشش در سر ای شاه غنی
  • Sen olmadıkça, senin inayetin lütfetmedikçe gece gündüz nazım ve kafiyenin ne değeri olabilir, bu çeşit meydana gelen şiire kim bakar ki?
  • بی تو نظم و قافیه شام و سحر ** زهره کی دارد که آید در نظر
  • Ey bilgi sahibi padişah, nazım da, cinas da kafiye de korkudan senin emrine kuldur.
  • نظم و تجنیس و قوافی ای علیم ** بنده‌ی امر توند از ترس و بیم
  • Sen, her şeyi, seni tespih eder bir hale koymuşsun, akıl ve temyiz sahibi olanlar da seni tespih eder, akıl ve temyiz sahibi olmayanlar da. 1495
  • چون مسبح کرده‌ای هر چیز را ** ذات بی تمییز و با تمییز را
  • Her birinin başka çeşit bir tespihi var. Bunun halinden onun haberi bile yok!
  • هر یکی تسبیح بر نوعی دگر ** گوید و از حال آن این بی‌خبر
  • İnsan, cansız şeylerin tespih etmesini inkâr eder ama cansız şeyler, ona kullukta üstattır.
  • آدمی منکر ز تسبیح جماد ** و آن جماد اندر عبادت اوستاد
  • Hatta yetmiş iki milletin her biri öbürlerinin halinden bihaberdir… Hepsi de şüphe içinde kalmıştır.
  • بلک هفتاد و دو ملت هر یکی ** بی‌خبر از یکدگر واندر شکی
  • Konuşan, söz söyleyen iki kişi bile birbirinin halinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini anlar, duyar?
  • چون دو ناطق را ز حال همدگر ** نیست آگه چون بود دیوار و در
  • Ben, söz söyleyen adamın bile tespihinden gafil olursam gönlüm, sessiz sedasız bir şeyin tespihini nasıl duyar? 1500
  • چون من از تسبیح ناطق غافلم ** چون بداند سبحه‌ی صامت دلم
  • Sünni, Cebri’nin tespihinden bihaberdir. Cebri’ye de Sünni’nin tespihini eser etmez.
  • هست سنی را یکی تسبیح خاص ** هست جبری را ضد آن در مناص
  • Sünni’nin hususi bir tespihi vardır. Fakat Cebri’nin de bunun zıddı olan bir tespihi vardır ki, ona sığınır.
  • سنی از تسبیح جبری بی‌خبر ** جبری از تسبیح سنی بی اثر
  • Bu, “O, sapıktır, yol azıtmıştır” der durur. Hâlbuki onun halinden de haberi yoktur, “Kün” emrinden de!
  • این همی‌گوید که آن ضالست و گم ** بی‌خبر از حال او وز امر قم
  • O da, “Bunun hakikatten ne haberi var ki” demektedir. Allah takdir etmiş de onları savaşa düşürmüştür.
  • و آن همی گوید که این را چه خبر ** جنگشان افکند یزدان از قدر
  • Bu suretle de her birinin aslını meydana çıkarır, bir cinse mensup olmayandan izhar eder. 1505
  • گوهر هر یک هویدا می‌کند ** جنس از ناجنس پیدا می‌کند
  • Herkes kahrı lütuftan ayırt eder, anlar… İster bilgi sahibi olsun, ister cahil, ister aşağılık!
  • قهر را از لطف داند هر کسی ** خواه دانا خواه نادان یا خسی
  • Fakat kahır içinde gizli olan lütfu yahut lütuf içinde gizlenmiş bulunan kahrı,
  • لیک لطفی قهر در پنهان شده ** یا که قهری در دل لطف آمده
  • Az kişi anlar. Meğerki gönlünde bir can mehengi olan Allah’a mensup bir er olsun.
  • کم کسی داند مگر ربانیی ** کش بود در دل محک جانیی
  • Bundan başkaları kahırda gizli olan lütufla, lütufta gizli bulunan kahrı anlayamaz, şüpheye düşerler. Onlar, âdeta yuvalarına bir kanatla uçup ulaşmak isteyen kuşlara benzerler!
  • باقیان زین دو گمانی می‌برند ** سوی لانه‌ی خود به یک پر می‌پرند
  • (Başlık yok)
  • بیان آنک علم را دو پرست و گمان را یک پرست ناقص آمد ظن به پرواز ابترست مثال ظن و یقین در علم
  • Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. 1510
  • علم را دو پر گمان را یک پرست ** ناقص آمد ظن به پرواز ابترست