English    Türkçe    فارسی   

3
1589-1638

  • Hoca, doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
  • گفت استا راست می‌گوید روید ** درد سر افزون شدم بیرون شوید
  • Çocukların bu hileyle mektepten kurtulmaları
  • خلاص یافتن کودکان از مکتب بدین مکر
  • Çocuklar, yeri öpüp “Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. 1590
  • سجده کردند و بگفتند ای کریم ** دور بادا از تو رنجوری و بیم
  • Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular.
  • پس برون جستند سوی خانه‌ها ** همچو مرغان در هوای دانه‌ها
  • Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. Sizse oyuna dalmışsınız” dedi.
  • مادرانشان خشمگین گشتند و گفت ** روز کتاب و شما با لهو جفت
  • Özür getirip dediler ki: “Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok.
  • عذر آوردند کای مادر تو بیست ** این گناه از ما و از تقصیر نیست
  • Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
  • از قضای آسمان استاد ما ** گشت رنجور و سقیم و مبتلا
  • Anneleri dedi ki. “Hile, düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. 1595
  • مادران گفتند مکرست و دروغ ** صد دروغ آرید بهر طمع دوغ
  • Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim”
  • ما صباح آییم پیش اوستا ** تا ببینیم اصل این مکر شما
  • Çocuklar, “Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
  • کودکان گفتند بسم الله روید ** بر دروغ و صدق ما واقف شوید
  • Çocukların annelerinin hocayı dolaşmaya gitmeleri
  • رفتن مادران کودکان به عیادت اوستاد
  • Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta.
  • بامدادان آمدند آن مادران ** خفته استا همچو بیمار گران
  • Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış.
  • هم عرق کرده ز بسیاری لحاف ** سر ببسته رو کشیده در سجاف
  • Hafif hafif ah etmekte. Hepsi Lâ havle demeye başladılar. 1600
  • آه آهی می‌کند آهسته او ** جملگان گشتند هم لا حول‌گو
  • “Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
  • خیر باشد اوستاد این درد سر ** جان تو ما را نبودست زین خبر
  • Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte,
  • گفت من هم بی‌خبر بودم ازین ** آگهم مادر غران کردند هین
  • Ben çalışıp çabalıyor, kıyl ü kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi.
  • من بدم غافل بشغل قال و قیل ** بود در باطن چنین رنجی ثقیل
  • İnsan, bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
  • چون بجد مشغول باشد آدمی ** او ز دید رنج خود باشد عمی
  • Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, 1605
  • از زنان مصر یوسف شد سمر ** که ز مشغولی بشد زیشان خبر
  • Ellerini, bileklerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı!
  • پاره پاره کرده ساعدهای خویش ** روح واله که نه پس بیند نه پیش
  • Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de,
  • ای بسا مرد شجاع اندر حراب ** که ببرد دست یا پایش ضراب
  • Yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar.
  • او همان دست آورد در گیر و دار ** بر گمان آنک هست او بر قرار
  • Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
  • خود ببیند دست رفته در ضرر ** خون ازو بسیار رفته بی‌خبر
  • Ten, ruhun elbisesine benzer, bu el de ruhun elinin yenidir, bu ayak da ruhun ayağına giydiği mesttir
  • در بیان آنک تن روح را چون لباسی است و این دست آستین دست روحست واین پای موزه‌ی پای روحست
  • Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. 1610
  • تا بدانی که تن آمد چون لباس ** رو بجو لابس لباسی را ملیس
  • Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var.
  • روح را توحید الله خوشترست ** غیر ظاهر دست و پای دیگرست
  • Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… Onu hakikat bil saçma zannetme.
  • دست و پا در خواب بینی و ایتلاف ** آن حقیقت دان مدانش از گزاف
  • Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
  • آن توی که بی بدن داری بدن ** پس مترس از جسم و جان بیرون شدن
  • Dağda halvet eden dervişin hikâyesi
  • حکایت آن درویش کی در کوه خلوت کرده بود و بیان حلاوت انقطاع و خلوت و داخل شدن درین منقبت کی انا جلیس من ذکرنی و انیس من استانس بی گر با همه‌ای چو بی منی بی همه‌ای ور بی همه‌ای چو با منی با همه‌ای
  • ”Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.
  • بود درویشی بکهساری مقیم ** خلوت او را بود هم خواب و ندیم
  • Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de. 1615
  • چون ز خالق می‌رسید او را شمول ** بود از انفاس مرد و زن ملول
  • Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir.
  • همچنانک سهل شد ما را حضر ** سهل شد هم قوم دیگر را سفر
  • Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır.
  • آنچنانک عاشقی بر سروری ** عاشقست آن خواجه بر آهنگری
  • Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
  • هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
  • Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
  • دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
  • Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç! 1620
  • گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما
  • Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
  • ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه می‌کن هیچ منشین از حنین
  • Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
  • عاقلان خود نوحه‌ها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر می‌زنند
  • Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
  • ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
  • Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
  • دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
  • Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
  • آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi. 1625
  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
  • گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
  • Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
  • این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
  • Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin, 1630
  • وان زر تو هم قراضه‌ی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد
  • Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
  • پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
  • Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
  • چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
  • Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”
  • من ز اول دیدم آخر را تمام ** جای دیگر رو ازینجا والسلام
  • Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zahidin hikâyesinin son kısmı
  • بقیه‌ی قصه‌ی آن زاهد کوهی کی نذر کرده بود کی میوه‌ی کوهی از درخت باز نکنم و درخت نفشانم و کسی را نگویم صریح و کنایت کی بیفشان آن خورم کی باد افکنده باشد از درخت
  • O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı.
  • اندر آن که بود اشجار و ثمار ** بس مرودی کوهی آنجا بی‌شمار
  • Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım. 1635
  • گفت آن درویش یا رب با تو من ** عهد کردم زین نچینم در زمن
  • Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi.
  • جز از آن میوه که باد انداختش ** من نچینم از درخت منتعش
  • Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları çıkageldi.
  • مدتی بر نذر خود بودش وفا ** تا در آمد امتحانات قضا
  • Bu yüzden, sözlerinizde daima inşallah deyin, ahitlerinizde de Allah dilerse sözünü söyleyin.
  • زین سبب فرمود استثنا کنید ** گر خدا خواهد به پیمان بر زنید