English    Türkçe    فارسی   

3
2379-2428

  • Davut, “Ey kerem sahibi, neden sana haram olan o öküzü kestin?
  • گفت داودش بگو ای بوالکرم ** چون تلف کردی تو ملک محترم
  • Yalnız saçma sapan söyleme, delil göster de bu dâva görülsün, bitsin” dedi. 2380
  • هین پراکنده مگو حجت بیار ** تا به یک سو گردد این دعوی و کار
  • Adam dedi ki: “Ey Davut, yedi yıldır gece gündüz dua etmekte, Allah’tan,
  • گفت ای داود بودم هفت سال ** روز و شب اندر دعا و در سال
  • Yarabbi, helâl ve zahmetsiz bir rızık istiyorum, diye niyazda bulunmaktayım.
  • این همی‌جستم ز یزدان کای خدا ** روزیی خواهم حلال و بی عنا
  • Erkek kadın… Herkes feryadımı bilir, hatta çocuklar bile bunu söyler, anlatırlar.
  • مرد و زن بر ناله من واقف‌اند ** کودکان این ماجرا را واصف‌اند
  • Kime istersen sor, derhal söyleyiversin.
  • تو بپرس از هر که خواهی این خبر ** تا بگوید بی شکنجه بی ضرر
  • Halktan hem gizli sor, hem de aşikâre… Bak, bu eski hırkalı yoksul neler söylüyor, nasıl dua ediyordu, anla, 2385
  • هم هویدا پرس و هم پنهان ز خلق ** که چه می‌گفت این گدای ژنده‌دلق
  • Bu dualardan, bu feryatlardan sonra bir de baktım ki evime bir öküz girivermiş.
  • بعد این جمله دعا و این فغان ** گاوی اندر خانه دیدم ناگهان
  • Gözüm karardı. Ama lokma için değil, duam kabul edildi diye sevindim hani.
  • چشم من تاریک شد نه بهر لوت ** شادی آن که قبول آمد قنوت
  • O ayıpları bilen Allah duamı kabul etti, buna şükrane olsun diye öküzü kestim”
  • کشتم آن را تا دهم در شکر آن ** که دعای من شنود آن غیب‌دان
  • Davud Aleyhisselâm’ın, öküzü kesenin haksız olduğuna hükmetmesi
  • حکم کردن داود علیه السلام برکشنده‌ی گاو
  • Davut, “Bu sözlerden el yıka, dâvana şer’i delil getir.
  • گفت داود این سخنها را بشو ** حجت شرعی درین دعوی بگو
  • Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde bâtıl bir sünnet koyayım, kötü bir âdet bırakayım, 2390
  • تو روا داری که من بی حجتی ** بنهم اندر شهر باطل سنتی
  • Bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın, mirasa mı kondun? Ekine nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
  • این کی بخشیدت خریدی وارثی ** ریع را چون می‌ستانی حارثی
  • Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur.
  • کسب را همچون زراعت دان عمو ** تا نکاری دخل نبود آن تو
  • Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin, haksız olduğun kat’iyetle anlaşılır.
  • آنچ کاری بدروی آن آن تست ** ورنه این بی‌داد بر تو شد درست
  • Yürü, eğri büğrü söylenme, bu Müslümanın malını ver. Paran yoksa borç al, ver; beyhude konuşma!” dedi.
  • رو بده مال مسلمان کژ مگو ** رو بجو وام و بده باطل مجو
  • Adam, “Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip 2395
  • گفت ای شه تو همین می‌گوییم ** که همی‌گویند اصحاب ستم
  • Adamın, Davut Aleyhisselâm’ın hükmünden feryada gelmesi
  • تضرع آن شخص از داوری داود علیه السلام
  • Secde ederek dedi ki. “Ey benim yanıp yakıldığımı gören Allah’ım, Davud’un gönlüne de o nuru ver.
  • سجده کرد و گفت کای دانای سوز ** در دل داود انداز آن فروز
  • Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi Rabbim.”
  • در دلش نه آنچ تو اندر دلم ** اندر افکندی براز ای مفضلم
  • Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü yerinden oynadı.
  • این بگفت و گریه در شد های های ** تا دل داود بیرون شد ز جای
  • “Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın görülmesinde ısrar etme.
  • گفت هین امروز ای خواهان گاو ** مهلتم ده وین دعاوی را مکاو
  • Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen Allah’tan sorayım. 2400
  • تا روم من سوی خلوت در نماز ** پرسم این احوال از دانای راز
  • Namazda Rabbime bağlanırım, “ namaz gözümün nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur.
  • خوی دارم در نماز این التفات ** معنی قرة عینی فی الصلوة
  • Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir.
  • روزن جانم گشادست از صفا ** می‌رسد بی واسطه نامه‌ی خدا
  • Allah’ın lütfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
  • نامه و باران و نور از روزنم ** می‌فتد در خانه‌ام از معدنم
  • Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
  • دوزخست آن خانه کان بی روزنست ** اصل دین ای بنده روزن کردنست
  • Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur. 2405
  • تیشه‌ی هر بیشه‌ای کم زن بیا ** تیشه زن در کندن روزن هلا
  • Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
  • یا نمی‌دانی که نور آفتاب ** عکس خورشید برونست از حجاب
  • Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
  • نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
  • Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
  • من چو خورشیدم درون نور غرق ** می‌ندانم کرد خویش از نور فرق
  • O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
  • رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
  • Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.” 2410
  • کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان
  • İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
  • نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
  • Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
  • همچنین داود می‌گفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
  • Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
  • پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکیی‌اش شکی
  • Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
  • با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
  • Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
  • در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
  • Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi. 2415
  • در فرو بست و برفت آنگه شتاب ** سوی محراب و دعای مستجاب
  • Allah, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi.
  • حق نمودش آنچ بنمودش تمام ** گشت واقف بر سزای انتقام
  • Ertesi günü iki davacı ile halk gelip Davud’un huzuruna dikildiler.
  • روز دیگر جمله خصمان آمدند ** پیش داود پیمبر صف زدند
  • Davacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok ağır sözler söyledi.
  • همچنان آن ماجراها باز رفت ** زود زد آن مدعی تشنیع زفت
  • Davud’un, öküz sahibi aleyhine hüküm vermesi ve “Sen bu öküzden vazgeç” demesi, bunun üzerine öküz sahibinin Davud Aleyhisselâm’ı kınaması
  • حکم کردن داود بر صاحب گاو کی از سر گاو برخیز و تشنیع صاحب گاو بر داود علیه السلام
  • Davud “Sus, bu dâvayı bırak, öküzü bu Müslümana helâl et de yürü git.
  • گفت داودش خمش کن رو بهل ** این مسلمان را ز گاوت کن بحل
  • Yiğit, mademki Allah, senin sırrını açmadı, onun bu sır örtücülüğüne şükret de sükût et” dedi. 2420
  • چون خدا پوشید بر تو ای جوان ** رو خمش کن حق ستاری بدان
  • Öküz sahibi “Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın.
  • گفت وا ویلی چه حکمست این چه داد ** از پی من شرع نو خواهی نهاد
  • Adalet âleme yayıldı; yer, gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş…
  • رفته است آوازه‌ی عدلت چنان ** که معطر شد زمین و آسمان
  • Kör köpekler bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden, bu cefadan hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!”
  • بر سگان کور این استم نرفت ** زین تعدی سنگ و که بشکافت تفت
  • Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, “Ey ahali, gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
  • همچنین تشنیع می‌زد برملا ** کالصلا هنگام ظلمست الصلا
  • Davud’un öküz sahibine “Bütün malını, mülkünü ona ver” demesi
  • حکم کردن داود بر صاحب گاو کی جمله مال خود را به وی ده
  • Davud, ondan sonra dedi ki. “A inatçı, bütün malını mülkünü hemencecik ona bağışla. 2425
  • بعد از آن داود گفتش کای عنود ** جمله مال خویش او را بخش زود
  • Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.”
  • ورنه کارت سخت گردد گفتمت ** تا نگردد ظاهر از وی استمت
  • Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak “Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi.
  • خاک بر سر کرد و جامه بر درید ** که بهر دم می‌کنی ظلمی مزید
  • Yine bir müddet Davud’u kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu huzuruna çağırıp,
  • یک‌دمی دیگر برین تشنیع راند ** باز داودش به پیش خویش خواند