English    Türkçe    فارسی   

3
2780-2829

  • Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir. 2780
  • جمله قصد و جنبشت زین اصبعست ** فرق تو بر چار راه مجمعست
  • Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle!
  • این حروف حالهات از نسخ اوست ** عزم و فسخت هم ز عزم و فسخ اوست
  • Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
  • جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
  • Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
  • این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
  • Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
  • آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
  • Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
  • بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
  • Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi, 2785
  • کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن
  • Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
  • آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
  • Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
  • تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
  • Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
  • موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب می‌گشود
  • Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
  • چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
  • Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur. 2790
  • چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل
  • O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
  • آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
  • İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
  • این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
  • Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
  • این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
  • Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
  • این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
  • Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
  • مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
  • Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar. 2795
  • نوح اندر بادیه کشتی بساخت ** صد مثل‌گو از پی تسخیر بتاخت
  • “Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler.
  • در بیابانی که چاه آب نیست ** می‌کند کشتی چه نادان و ابلهیست
  • Biri diyordu ki. “Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “Bu gemiye bir de kanat tak!”
  • آن یکی می‌گفت ای کشتی بتاز ** و آن یکی می‌گفت پرش هم بساز
  • Nuh da “Ben, bunu Allah emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime kesat gelmez” demekteydi.
  • او همی‌گفت این به فرمان خداست ** این بچربکها نخواهد گشت کاست
  • Bir hırsıza "Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun?" demeleri, hırsızın "davul çalıyorum" demesi
  • حکایت آن دزد کی پرسیدند چه می‌کنی نیم‌شب در بن این دیوار گفت دهل می‌زنم
  • Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.
  • این مثل بشنو که شب دزدی عنید ** در بن دیوار حفره می‌برید
  • Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu. 2800
  • نیم‌بیداری که او رنجور بود ** طقطق آهسته‌اش را می‌شنود
  • Dama çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp “Baba, ne yapıyorsun?
  • رفت بر بام و فرو آویخت سر ** گفت او را در چه کاری ای پدر
  • Hayırdır, inşallah… Gece yarısı ne ediyorsun, kim sen” dedi. Hırsız “Davulcuyum azizim” diye cevap verdi.
  • خیر باشد نیمشب چه می‌کنی ** تو کیی گفتا دهل‌زن ای سنی
  • Adam “Peki, burada ne yapıyorsun?” deyince hırsız “Davul çalıyorum” dedi. Ev sahibi dedi ki: “Be adam, davul sesi hani?”
  • در چه کاری گفت می‌کوبم دهل ** گفت کو بانگ دهل ای بوسبل
  • Hırsız “Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! Dediğin zaman kulağına dank eder!”
  • گفت فردا بشنوی این بانگ را ** نعره یا حسرتا وا ویلتا
  • Kelîle’ de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme… Fakat o saçma hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki! 2805
  • آن دروغست و کژ و بر ساخته ** سر آن کژ را تو هم نشناخته
  • Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file haber getirmesi hikâyesinin hakikati
  • جواب آن مثل کی منکران گفتند از رسالت خرگوش پیغام به پیل از ماه آسمان
  • A herzevekil, o tavşanın hakikati şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,
  • سر آن خرگوش دان دیو فضول ** که به پیش نفس تو آمد رسول
  • Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum eti.
  • تا که نفس گول را محروم کرد ** ز آب حیوانی که از وی خضر خورد
  • Sen onun manasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan!
  • بازگونه کرده‌ای معنیش را ** کفر گفتی مستعد شو نیش را
  • Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri korkuttuğunu anlattın.
  • اضطراب ماه گفتی در زلال ** که بترسانید پیلان را شغال
  • Tavşan hikâyesini, fili, suyu, ayın hareketinden fillerin korkmasını söyledin. 2810
  • قصه‌ی خرگوش و پیل آری و آب ** خشیت پیلان ز مه در اضطراب
  • Fakat ey ham körler, bu ay, halkı da, halkın ileri gelenlerini de zebun etmiş olan aya nasıl benzer ki?
  • این چه ماند آخر ای کوران خام ** با مهی که شد زبونش خاص و عام
  • Ay nerede, güneş nerede, gök nerede akıllar nerede, nefisler nerede, melek nerede?
  • چه مه و چه آفتاب و چه فلک ** چه عقول و چه نفوس و چه ملک
  • Hatta güneşin güneşi nerede? Nasıl söylerim bu sözü, uykuda mıyım, sayıklıyor muyum?
  • آفتاب آفتاب آفتاب ** این چه می‌گویم مگر هستم بخواب
  • Ey yol sapıtmış kişiler, padişahların hışmı yüz binlerce şehri harap etmiştir.
  • صد هزاران شهر را خشم شهان ** سرنگون کردست ای بد گم‌رهان
  • Dağlar bile, onların hışmından yarılır, yüzlerce parça olur… Güneş bile, onların etrafında döner, onları tavaf eder. 2815
  • کوه بر خود می‌شکافد صد شکاف ** آفتابی از کسوفش در شغاف
  • Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin kızgınlığı âlemleri yakar, yıkar.
  • خشم مردان خشک گرداند سحاب ** خشم دلها کرد عالمها خراب
  • Ey kefensiz adamcıklar, ey yıkanmamış ölücükler, Lût Peygamber’in şehri nasıl yere battı, ne hale geldi? Bakın da görün!
  • بنگرید ای مردگان بی حنوط ** در سیاستگاه شهرستان لوط
  • Fil de kim oluyor ki? Üç tane kuşcağız, o fillerin kemiklerini kırdı.
  • پیل خود چه بود که سه مرغ پران ** کوفتند آن پیلکان را استخوان
  • Kuşların en zayıfı Ebabil olduğu halde filleri, bir daha yamanmalarına imkân bulunmayacak bir tarzda yırttı, parçaladı.
  • اضعف مرغان ابابیلست و او ** پیل را بدرید و نپذیرد رفو
  • Nuh tufanını duymayan yahut Firavunla Musa’nın savaşını işitmeyen var mı? 2820
  • کیست کو نشنید آن طوفان نوح ** یا مصاف لشکر فرعون و روح
  • Ruh gibi olan Musa, onları mağlup etti, sulara boğdu; su da bunları zerre, zerre parçaladı.
  • روحشان بشکست و اندر آب ریخت ** ذره ذره آبشان بر می‌گسیخت
  • Semud kavminin ahvalini, kasırganın âd kavmini mahvettiğini duymayan var mı?
  • کیست کو نشنید احوال ثمود ** و آنک صرصر عادیان را می‌ربود
  • Bir defacık olsun gözünü aç da gör: Savaşta filleri yıkıp öldürdüğü halde,
  • چشم باری در چنان پیلان گشا ** که بدندی پیل‌کش اندر وغا
  • Bu derecede kuvvetli filler, bu kadar zalim padişahlar bile gönül hışmına uğramışlar, taşlanıp durmaktadırlar.
  • آنچنان پیلان و شاهان ظلوم ** زیر خشم دل همیشه در رجوم
  • Ebediyen zulmetten zulmete gidiyorlar… Ne yardım eden var, ne imdatlarına yetişen! 2825
  • تا ابد از ظلمتی در ظلمتی ** می‌روند و نیست غوثی رحمتی
  • İyi adla kötü adı duymadınız mı yoksa? Hakikati herkes gördü de siz görmediniz mi yoksa,
  • نام نیک و بد مگر نشنیده‌اید ** جمله دیدند و شما نادیده‌اید
  • Görülmüş şeyi görülmemiş sanırsınız, meydanda olan şeyleri bile görmezsiniz ama ölüm, gözlerinizi adamakıllı açacak elbet.
  • دیده را نادیده می‌آرید لیک ** چشمتان را وا گشاید مرگ نیک
  • Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu… Sen, kör gibi karanlıklara gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun!
  • گیر عالم پر بود خورشید و نور ** چون روی در ظلمتی مانند گور
  • O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!
  • بی نصیب آیی از آن نور عظیم ** بسته‌روزن باشی از ماه کریم