- Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
- جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
- Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
- این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
- Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
- آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
- Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
- بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
- Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi, 2785
- کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن
- Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
- آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
- Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
- تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
- Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
- موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب میگشود
- Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
- چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
- Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur. 2790
- چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل
- O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
- آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
- İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
- این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
- Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
- این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
- Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
- این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
- Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
- مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
- Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar. 2795
- نوح اندر بادیه کشتی بساخت ** صد مثلگو از پی تسخیر بتاخت
- “Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler.
- در بیابانی که چاه آب نیست ** میکند کشتی چه نادان و ابلهیست
- Biri diyordu ki. “Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “Bu gemiye bir de kanat tak!”
- آن یکی میگفت ای کشتی بتاز ** و آن یکی میگفت پرش هم بساز
- Nuh da “Ben, bunu Allah emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime kesat gelmez” demekteydi.
- او همیگفت این به فرمان خداست ** این بچربکها نخواهد گشت کاست
- Bir hırsıza "Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun?" demeleri, hırsızın "davul çalıyorum" demesi
- حکایت آن دزد کی پرسیدند چه میکنی نیمشب در بن این دیوار گفت دهل میزنم
- Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.
- این مثل بشنو که شب دزدی عنید ** در بن دیوار حفره میبرید
- Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu. 2800
- نیمبیداری که او رنجور بود ** طقطق آهستهاش را میشنود
- Dama çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp “Baba, ne yapıyorsun?
- رفت بر بام و فرو آویخت سر ** گفت او را در چه کاری ای پدر
- Hayırdır, inşallah… Gece yarısı ne ediyorsun, kim sen” dedi. Hırsız “Davulcuyum azizim” diye cevap verdi.
- خیر باشد نیمشب چه میکنی ** تو کیی گفتا دهلزن ای سنی
- Adam “Peki, burada ne yapıyorsun?” deyince hırsız “Davul çalıyorum” dedi. Ev sahibi dedi ki: “Be adam, davul sesi hani?”
- در چه کاری گفت میکوبم دهل ** گفت کو بانگ دهل ای بوسبل
- Hırsız “Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! Dediğin zaman kulağına dank eder!”
- گفت فردا بشنوی این بانگ را ** نعره یا حسرتا وا ویلتا
- Kelîle’ de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme… Fakat o saçma hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki! 2805
- آن دروغست و کژ و بر ساخته ** سر آن کژ را تو هم نشناخته
- Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file haber getirmesi hikâyesinin hakikati
- جواب آن مثل کی منکران گفتند از رسالت خرگوش پیغام به پیل از ماه آسمان
- A herzevekil, o tavşanın hakikati şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,
- سر آن خرگوش دان دیو فضول ** که به پیش نفس تو آمد رسول
- Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum eti.
- تا که نفس گول را محروم کرد ** ز آب حیوانی که از وی خضر خورد
- Sen onun manasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan!
- بازگونه کردهای معنیش را ** کفر گفتی مستعد شو نیش را
- Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri korkuttuğunu anlattın.
- اضطراب ماه گفتی در زلال ** که بترسانید پیلان را شغال
- Tavşan hikâyesini, fili, suyu, ayın hareketinden fillerin korkmasını söyledin. 2810
- قصهی خرگوش و پیل آری و آب ** خشیت پیلان ز مه در اضطراب
- Fakat ey ham körler, bu ay, halkı da, halkın ileri gelenlerini de zebun etmiş olan aya nasıl benzer ki?
- این چه ماند آخر ای کوران خام ** با مهی که شد زبونش خاص و عام
- Ay nerede, güneş nerede, gök nerede akıllar nerede, nefisler nerede, melek nerede?
- چه مه و چه آفتاب و چه فلک ** چه عقول و چه نفوس و چه ملک
- Hatta güneşin güneşi nerede? Nasıl söylerim bu sözü, uykuda mıyım, sayıklıyor muyum?
- آفتاب آفتاب آفتاب ** این چه میگویم مگر هستم بخواب
- Ey yol sapıtmış kişiler, padişahların hışmı yüz binlerce şehri harap etmiştir.
- صد هزاران شهر را خشم شهان ** سرنگون کردست ای بد گمرهان
- Dağlar bile, onların hışmından yarılır, yüzlerce parça olur… Güneş bile, onların etrafında döner, onları tavaf eder. 2815
- کوه بر خود میشکافد صد شکاف ** آفتابی از کسوفش در شغاف
- Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin kızgınlığı âlemleri yakar, yıkar.
- خشم مردان خشک گرداند سحاب ** خشم دلها کرد عالمها خراب
- Ey kefensiz adamcıklar, ey yıkanmamış ölücükler, Lût Peygamber’in şehri nasıl yere battı, ne hale geldi? Bakın da görün!
- بنگرید ای مردگان بی حنوط ** در سیاستگاه شهرستان لوط
- Fil de kim oluyor ki? Üç tane kuşcağız, o fillerin kemiklerini kırdı.
- پیل خود چه بود که سه مرغ پران ** کوفتند آن پیلکان را استخوان
- Kuşların en zayıfı Ebabil olduğu halde filleri, bir daha yamanmalarına imkân bulunmayacak bir tarzda yırttı, parçaladı.
- اضعف مرغان ابابیلست و او ** پیل را بدرید و نپذیرد رفو
- Nuh tufanını duymayan yahut Firavunla Musa’nın savaşını işitmeyen var mı? 2820
- کیست کو نشنید آن طوفان نوح ** یا مصاف لشکر فرعون و روح
- Ruh gibi olan Musa, onları mağlup etti, sulara boğdu; su da bunları zerre, zerre parçaladı.
- روحشان بشکست و اندر آب ریخت ** ذره ذره آبشان بر میگسیخت
- Semud kavminin ahvalini, kasırganın âd kavmini mahvettiğini duymayan var mı?
- کیست کو نشنید احوال ثمود ** و آنک صرصر عادیان را میربود
- Bir defacık olsun gözünü aç da gör: Savaşta filleri yıkıp öldürdüğü halde,
- چشم باری در چنان پیلان گشا ** که بدندی پیلکش اندر وغا
- Bu derecede kuvvetli filler, bu kadar zalim padişahlar bile gönül hışmına uğramışlar, taşlanıp durmaktadırlar.
- آنچنان پیلان و شاهان ظلوم ** زیر خشم دل همیشه در رجوم
- Ebediyen zulmetten zulmete gidiyorlar… Ne yardım eden var, ne imdatlarına yetişen! 2825
- تا ابد از ظلمتی در ظلمتی ** میروند و نیست غوثی رحمتی
- İyi adla kötü adı duymadınız mı yoksa? Hakikati herkes gördü de siz görmediniz mi yoksa,
- نام نیک و بد مگر نشنیدهاید ** جمله دیدند و شما نادیدهاید
- Görülmüş şeyi görülmemiş sanırsınız, meydanda olan şeyleri bile görmezsiniz ama ölüm, gözlerinizi adamakıllı açacak elbet.
- دیده را نادیده میآرید لیک ** چشمتان را وا گشاید مرگ نیک
- Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu… Sen, kör gibi karanlıklara gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun!
- گیر عالم پر بود خورشید و نور ** چون روی در ظلمتی مانند گور
- O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!
- بی نصیب آیی از آن نور عظیم ** بستهروزن باشی از ماه کریم
- Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş âlemlerin ne günahı var? 2830
- تو درون چاه رفتستی ز کاخ ** چه گنه دارد جهانهای فراخ
- Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusuf’un yüzünü nasıl görebilir, söyle!
- جان که اندر وصف گرگی ماند او ** چون ببیند روی یوسف را بگو