- Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler. 3235
- هر دو میگفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط
- Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
- آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
- Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
- آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
- Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
- ربودن عقاب موزهی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
- Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
- اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
- Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
- خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
- Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi. 3240
- هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزهربای
- O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.
- دست سوی موزه برد آن خوشخطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
- Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan düştü.
- موزه را اندر هوا برد او چو باد ** پس نگون کرد و از آن ماری فتاد
- Kapkara bir yılandı o… tavşancıl, bu hareketiyle Peygamber’e iyilik etmek istemiş, Allah inayetine sebep olmuştu.
- در فتاد از موزه یک مار سیاه ** زان عنایت شد عقابش نیکخواه
- Kuş, sonra pabucu getirip “Buyur, namaza git” diye Peygamber’in önüne koydu.
- پس عقاب آن موزه را آورد باز ** گفت هین بستان و رو سوی نماز
- Âdeta “Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir, bilirim“ diyordu. 3245
- از ضرورت کردم این گستاخیی ** من ز ادب دارم شکستهشاخیی
- Vay o kişiye ki küstahça adım atar, nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir!
- وای کو گستاخ پایی مینهد ** بی ضرورت کش هوا فتوی دهد
- Peygamber, şükretti de dedi ki: “Biz, bunu cefa sanıyorduk, hâlbuki vefanın ta kendisiymiş!“
- پس رسولش شکر کرد و گفت ما ** این جفا دیدیم و بود این خود وفا
- Pabucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm!
- موزه بربودی و من درهم شدم ** تو غمم بردی و من در غم شدم
- Allah, bize bütün gaypları gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle meşguldü! “
- گرچه هر غیبی خدا ما را نمود ** دل در آن لحظه به خود مشغول بود
- Tavşancıl, “Sen, gafil olmazsın, bu, senden uzak. Ey Mustafa, benim gaybı görmem de sendeki bilginin aksinden! 3250
- گفت دور از تو که غفلت در تو رست ** دیدنم آن غیب را هم عکس تست
- Havadayken pabucun içindeki yılanı görmem, kendimden değil, senden aksetti bu bana“ dedi.
- مار در موزه ببینم بر هوا ** نیست از من عکس تست ای مصطفی
- Nurlu kişinin aksi de aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa külhan kesilir.
- عکس نورانی همه روشن بود ** عکس ظلمانی همه گلخن بود
- Allah kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla körlük!
- عکس عبدالله همه نوری بود ** عکس بیگانه همه کوری بود
- Ey can, herkesin aksi nedir, bunu bil… dilediğin kişinin yanında otur!
- عکس هر کس را بدان ای جان ببین ** پهلوی جنسی که خواهی مینشین
- Bu hikâyeden ibret alış şüphesiz olarak her güçlüğün bir kolaylığı olduğunu biliş
- وجه عبرت گرفتن ازین حکایت و یقین دانستن کی ان مع العسر یسرا
- Ey can o hikâye, Allah hükmüne razı olasın diye sana ibrettir. 3255
- عبرتست آن قصه ای جان مر ترا ** تا که راضی باشی در حکم خدا
- İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
- تا که زیرک باشی و نیکوگمان ** چون ببینی واقعهی بد ناگهان
- Başkaları, o hâdiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış etme. Fayda, zamanında da, ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak!
- دیگران گردند زرد از بیم آن ** تو چو گل خندان گه سود و زیان
- Gülün yapraklarını birer birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz, yine solup gamlanmaz.
- زانک گل گر برگ برگش میکنی ** خنده نگذارد نگردد منثنی
- Bir dikenden niçin gama düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden buldum der.
- گوید از خاری چرا افتم بغم ** خنده را من خود ز خار آوردهام
- Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı giderir… Bunu böyle bil! 3260
- هرچه از تو یاوه گردد از قضا ** تو یقین دان که خریدت از بلا
- Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı, gönülde neşe, ferah bulmak!
- ما التصوف قال وجدان الفرح ** فی الفاد عند اتیان الترح
- Allah’ın verdiği mihnet ve cefayı da Peygamber’in pabucunu kapan tavşancıl say.
- آن عقابش را عقابی دان که او ** در ربود آن موزه را زان نیکخو
- Tavşancıl, Peygamber’in ayağını yılan sokmasın diye pabucu kaptı, toza, toprağa bulanmamış akla ne mutlu!
- تا رهاند پاش را از زخم مار ** ای خنک عقلی که باشد بی غبار
- Allah, “Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hatta kurt gelse de keçinizi yese bile“ buyurdu.
- گفت لا تاسوا علی ما فاتکم ** ان اتی السرحان واردی شاتکم
- O belâ, daha büyük belâları defetmek, o ziyan daha dehşetli ziyanları menetmek içindir. 3265
- کان بلا دفع بلاهای بزرگ ** و آن زیان منع زیانهای سترگ
- Bir adamın, Musa’dan hayvanların, kuşların dillerini öğrenmeyi istemesi
- استدعاء آن مرد از موسی زبان بهایم با طیور
- Musa’ya bir delikanlı dedi ki: “Hayvanların dillerini öğrenmek istiyorum.
- گفت موسی را یکی مرد جوان ** که بیاموزم زبان جانوران
- Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım.
- تا بود کز بانگ حیوانات و دد ** عبرتی حاصل کنم در دین خود
- Çünkü Âdemoğulları’nın bütün sözleri, suya, ekmeğe, şana, şerefe ait.
- چون زبانهای بنی آدم همه ** در پی آبست و نان و دمدمه
- Belki hayvanların bu dünyadan göçme zamanındaki tedbirleri, bu tedbirler yüzünden başka bir dertleri var!“
- بوک حیوانات را دردی دگر ** باشد از تدبیر هنگام گذر
- Musa, “Hadi efendim, hadi… Vazgeç bu hevesten… Bunun önünde, sonunda pek çok tehlikesi var. 3270
- گفت موسی رو گذر کن زین هوس ** کین خطر دارد بسی در پیش و پس
- İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile… Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!“ dedi.
- عبرت و بیداری از یزدان طلب ** نه از کتاب و از مقال و حرف و لب
- Adam, Musa menettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insan, bir şey menedildi mi, o şeye haris olur, büsbütün üstüne düşer!
- گرمتر شد مرد زان منعش که کرد ** گرمتر گردد همی از منع مرد
- Dedi ki: “Ya Musa, nurun parlayınca her şey, kadrini, kıymetini, senin sayende buldu.
- گفت ای موسی چو نور تو بتافت ** هر چه چیزی بود چیزی از تو یافت
- Beni bu muradımdan mahrum etmek lütfuna düşmez ey cömert er!
- مر مرا محروم کردن زین مراد ** لایق لطفت نباشد ای جواد
- Bu zamanda Allah’ın vekili sensin. Muradımı vermezsen beni meyus edersin.“ 3275
- این زمان قایم مقام حق توی ** یاس باشد گر مرا مانع شوی
- Musa, “Yarabbi, taşlanmış Şeytan, bu saf adamla alay mı ediyor?
- گفت موسی یا رب این مرد سلیم ** سخره کردستش مگر دیو رجیم
- Öğretsem ziyankârlardan olacak, öğretmesem gönlüme bir kötülük gelecek“ dedi.
- گر بیاموزم زیانکارش بود ** ور نیاموزم دلش بد میشود
- Allah dedi ki: “Ya Musa, öğret… Çünkü biz, keremimizden hiçbir duayı asla reddetmeyiz.
- گفت ای موسی بیاموزش که ما ** رد نکردیم از کرم هرگز دعا
- Musa dedi ki: “Yarabbi, sonra pişman olacak, elini dişleyecek, elbiselerini yırtacak.
- گفت یا رب او پشیمانی خورد ** دست خاید جامهها را بر درد
- Kudret, herkesin harcı değil… Aciz, Allah’tan çekinen kişiye sermayedir. 3280
- نیست قدرت هر کسی را سازوار ** عجز بهتر مایهی پرهیزکار
- Eli bir şeye erişmeyen, Allah’tan korktu, çekindi, kendisini ibadete verdi… Yoksulluk, işte yüzden daima övünülecek bir şeydir!
- فقر ازین رو فخر آمد جاودان ** که به تقوی ماند دست نارسان
- Zengin zenginliği yüzünden Allah tapısından reddedildi. Çünkü kudreti var; sabrı terk etti, dilediğini yapıverdi!
- زان غنا و زان غنی مردود شد ** که ز قدرت صبرها بدرود شد
- Acizlik, yoksulluk, insana hırslarla, gamlarla dolu olan nefis belâsından aman verir.
- آدمی را عجز و فقر آمد امان ** از بلای نفس پر حرص و غمان
- Gam, olmayacak dileklerden meydana gelir. Çünkü gulyabanilere avlanmış olan insan, o olmayacak dileklere alışmış, onlarla huylanmıştır.
- آن غم آمد ز آرزوهای فضول ** که بدان خو کرده است آن صید غول