English    Türkçe    فارسی   

3
3841-3890

  • Öyle bir sevgilim var ki sevgisi kalbimi yakıp kavurmada. Dilerse gözlerimin üstünde yürür!
  • لی حبیب حبه یشوی الحشا ** لو یشا یمشی علی عینی مشی
  • Arapça daha hoş ama Farsça söyle. Zaten aşkın bunlardan başka daha yüzlerce dili var ama
  • پارسی گو گرچه تازی خوشترست ** عشق را خود صد زبان دیگرست
  • Sevgilisinin kokusu uçup geldi mi o dillerin hepsi de şaşırır, lâl olur kalır.
  • بوی آن دلبر چو پران می‌شود ** آن زبانها جمله حیران می‌شود
  • Artık ben susayım, kâfi… Sevgili söylemeye başladı. Dinle, kulak kesil… Allah, doğruyu daha iyi bilir.
  • بس کنم دلبر در آمد در خطاب ** گوش شو والله اعلم بالصواب
  • Âşık tövbe etti mi… işte o zaman kork. Çünkü âşık, ayyarlar gibi daracığında ders verir! 3845
  • چونک عاشق توبه کرد اکنون بترس ** کو چو عیاران کند بر دار درس
  • Bu âşık, Buhara’ya gidiyor ama ders okumaya, üstada hizmet etmeye değil.
  • گرچه این عاشق بخارا می‌رود ** نه به درس و نه به استا می‌رود
  • Âşıklara dostun güzelliği müderristir… Defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!
  • عاشقان را شد مدرس حسن دوست ** دفتر و درس و سبقشان روی اوست
  • Susarlar ama tekrar tekrar attıkları nâralar sevgilinin arşına, tahtına kadar ulaşır.
  • خامشند و نعره‌ی تکرارشان ** می‌رود تا عرش و تخت یارشان
  • Dersleri fitne, oyun, dönüş ve titreyiştir. Onlar ne Ziyadat okurlar, ne Silsile.
  • درسشان آشوب و چرخ و زلزله ** نه زیاداتست و باب سلسله
  • Bu kavmin silsilesi, sevgilinin simsiyah ve kıvırcık saçlarıdır. Onlarda devir meselesinden bahsederler ama sevgilinin devrinden. 3850
  • سلسله‌ی این قوم جعد مشکبار ** مسله‌ی دورست لیکن دور یار
  • Eğer birisi sana kese meselesini sorarsa ona de ki: Allah hazinesi keselere sığmaz ki!
  • مسله‌ی کیس ار بپرسد کس ترا ** گو نگنجد گنج حق در کیسه‌ها
  • Âşıklara aralarında Hul ve Mübara’dan dem vururlarsa hoş gör. Hakikatte Buhara’yı anıyorlar demektir.
  • گر دم خلع و مبارا می‌رود ** بد مبین ذکر بخارا می‌رود
  • Her şeyi anış, başka bir hassa verir… her sıfatın başka bir mahiyeti var.
  • ذکر هر چیزی دهد خاصیتی ** زانک دارد هرصفت ماهیتی
  • Buhara’da her hünere ermiş, olgun bir hale gelmişsin ama horluğa yüz kodun mu hepsinden vazgeçer, her şeyi unutursun.
  • در بخارا در هنرها بالغى ** چون به خوارى رو نهى ز آن فارغى
  • O Buhara’lı âşık da bilgi derdinde değildi… Gözünü görüş güneşine dikmişti o. 3855
  • آن بخاری غصه‌ی دانش نداشت ** چشم بر خورشید بینش می‌گماشت
  • Kim, halvette görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez.
  • هرکه درخلوت ببینش یافت راه ** او ز دانشها نجوید دستگاه
  • Can güzelliğiyle bir kâseden şarap içen, ağızdan duyulma haberlerle bilgilerden tasalanmaz.
  • با جمال جان چوشد هم‌کاسه‌ای ** باشدش ز اخبار و دانش تاسه‌ای
  • Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür, bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir.
  • دید بردانش بود غالب فرا ** زان همی دنیا بچربد عامه را
  • Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır… ahireti ise verilmesi va’dedilen borç bilirler.
  • زانک دنیا را همی‌بینند عین ** وآن جهانی را همی‌دانند دین
  • O âşık kulun Buhara’ya yüz tutması
  • رو نهادن آن بنده‌ی عاشق سوی بخارا
  • Kanlı gözyaşları döken o âşık yüreği çarpa çarpa hararetle, iştiyakla koşarak Buhara’ya yüz tuttu. 3860
  • رو نهاد آن عاشق خونابه‌ریز ** دل‌طپان سوی بخارا گرم و تیز
  • İştiyakından çölün kumları, ona ipek geliyor, Ceyhun’un suyu küçücük bir şey görünüyordu!
  • ریگ آمون پیش او همچون حریر ** آب جیحون پیش او چون آبگیر
  • Çöl önünde gül bahçesi kesilmekte, gül gibi gülerek düşe kalka, yuvarlanarak koşup gitmekteydi!
  • آن بیابان پیش او چون گلستان ** می‌فتاد از خنده او چون گل‌ستان
  • Şeker, Semerkant’tadır ama o, şekeri Buhara’da bulmuş Buhara yolunu tutmuştu.
  • در سمرقندست قند اما لبش ** از بخارا یافت و آن شد مذهبش
  • “Ey Buhara, sen akıllara akıl katardın ama benim aklımı da aldın dinimi de!
  • ای بخارا عقل‌افزا بوده‌ای ** لیکن ازمن عقل و دین بربوده‌ای
  • Ben bir tolunay aramaktaydım, o yüzden hilâle döndüm. Kapı dibinde Sadr-ı (başköşeyi) istiyorum!” demekteydi. 3865
  • بدر می‌جویم از آنم چون هلال ** صدر می‌جویم درین صف نعال
  • Buhara’nın karaltısını görünce gam karanlığında bir beyazlıktır göründü.
  • چون سواد آن بخارا را بدید ** در سواد غم بیاضی شد پدید
  • Yere yığıldı, uzun bir müddet kendisinden geçti. Aklı, sır bahçesine uçup gitti.
  • ساعتی افتاد بیهوش و دراز ** عقل او پرید در بستان راز
  • Onu ayıltacak, aşk gül suyuydu, bunu bilmediklerinden başına, yüzüne gül suları serptiler.
  • بر سر و رویش گلابی می‌زدند ** از گلاب عشق او غافل بدند
  • O gizli gül bahçesi görmüştü… Aşk, onu yakalamış kendisinden geçirmiş gitmişti.
  • او گلستانی نهانی دیده بود ** غارت عشقش ز خود ببریده بود
  • Sen donmuş, taş kesilmiş birisin; bu söze, bu nefese lâyık değilsin… Evet, sen de kamışsın ama içinde şeker yok! 3870
  • تو فسرده درخور این دم نه‌ای ** با شکر مقرون نه‌ای گرچه نیی
  • Aklın başında, akıllısın sen. “Görmediğiniz askerleri yolladı” ayetinden gafilsin!
  • رخت عقلت با توست و عاقلی ** کز جنودا لم تروها غافلی
  • O sallapati âşığın Buhara’ya gelmesi, dostlarının onu meydana çıkarmamaya çalışmaları
  • در آمدن آن عاشق لاابالی در بخارا وتحذیر کردن دوستان او را از پیداشدن
  • Sevine, sevine o emniyet şehrine sevgilisinin bulunduğu yere, Buhara’ya geldi.
  • اندر آمد در بخارا شادمان ** پیش معشوق خود و دارالامان
  • Gökyüzünde uçan, ay tarafından kucaklandığını, kendisine sen de beni kucaklasana dendiğini sanan sarhoşa benziyordu.
  • همچو آن مستی که پرد بر اثیر ** مه کنارش گیرد و گوید که گیر
  • Onu Buhara’da her gören “Durma, görünmeden hemen bir tarafa sıvış!
  • هرکه دیدش در بخارا گفت خیز ** پیش از پیدا شدن منشین گریز
  • Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor. 3875
  • که ترا می‌جوید آن شه خشمگین ** تا کشد از جان تو ده ساله کین
  • Allah aşkına olsun kendi kanına girme… Kendine pek o kadar güvenme!
  • الله الله درمیا در خون خویش ** تکیه کم کن بر دم و افسون خویش
  • Sadr-ı Cihan’ın Şahnesiydin, itimadına mazhar olmuş üstat bir mühendistin.
  • شحنه‌ی صدر جهان بودی و راد ** معتمد بودی مهندس اوستاد
  • Ona hıyanette bulundun, cezadan da kaçtın… Neyse, bu suretle kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da tekrar geldin?
  • غدو کردی وز جزا بگریختی ** رسته بودی باز چون آویختی
  • Yüzlerce hileyle belâdan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, ecelin mi?
  • از بلا بگریختی با صد حیل ** ابلهی آوردت اینجا یا اجل
  • Aklın Utaridi bile beğenmez, kınardı… Fakat kaza ve kader, aklı da ahmak bir hale sokuyor, akıllıyı da! 3880
  • ای که عقلت بر عطارد دق کند ** عقل و عاقل را قضا احمق کند
  • Sen, aslanı arayan talihsiz tavşansın. Nerede aklın, nerede bilgin, nerede çevikliğin, çabuk anlayışın?
  • نحس خرگوشی که باشد شیرجو ** زیرکی و عقل و چالاکیت کو
  • Kaza ve kaderin böyle yüzlerce afsunları vardır. Kaza geldi mi âlem daralır derler.
  • هست صد چندین فسونهای قضا ** گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا
  • Sağda, solda yüzlerce yol, yüzlerce kaçıp kurtulunacak yer vardır da kaza ve kader, gelince hepsi bağlanır, kapanır; kaza ve kader bir ejderhadır” diyordu.
  • صد ره و مخلص بود از چپ و راست ** از قضا بسته شود کو اژدهاست
  • Âşığın, kendisini kınayan ve tehdit edenlere cevap vermesi
  • جواب گفتن عاشق عاذلان را وتهدید کنندگان را
  • Âşık dedi ki. “Ben, susuzluk hastalığına tutulmuş birisiyim. Biliyorum da… Su beni öldürür.”
  • گفت من مستسقیم آبم کشد ** گرچه می‌دانم که هم آبم کشد
  • Fakat bu hastalığa tutulan, sudan kaçamaz ki… İsterse su onu yüzlerce defa öldürsün, harap etsin! 3885
  • هیچ مستقسقی بنگریزد ز آب ** گر دو صد بارش کند مات و خراب
  • Elim, karnım şişse bile suya olan aşkım azalmıyor.
  • گر بیاماسد مرا دست و شکم ** عشق آب از من نخواهد گشت کم
  • Karnımı görüp bu ne diye sordukları zaman keşke bütün deniz, karnıma aksaydı diyorum.
  • گویم آنگه که بپرسند از بطون ** کاشکی بحرم روان بودی درون
  • Bir tuluma benzeyen karnım, isterse su dalgalarından yırtılsın… Ölsem bile ne mutlu bir ölüm!
  • خیک اشکم گو بدر از موج آب ** گر بمیرم هست مرگم مستطاب
  • Ben, nerede bir ırmak görsem ah, o ırmak ben olsam diye haset etmekteyim.
  • من بهر جایی که بینم آب جو ** رشکم آید بودمی من جای او
  • Elim defe benzese; karnım davul gibi şişse yine gül gibi neşeyle onun sevda davulunu döver dururum. 3890
  • دست چون دف و شکم همچون دهل ** طبل عشق آب می‌کوبم چو گل