- Firavunun korktuğu şey yok mu? Seninle buluştum, meydana geldi işte!
- آنچ این فرعون میترسد ازو ** هست شد این دم که گشتم جفت تو
- İmran’ın karısıyla buluştuktan sonra “Beni görmemiş ol” diye nasihat etmesi
- وصیت کردن عمران جفت خود را بعد از مجامعت کی مرا ندیده باشی
- Sakın bunu kimseye söyleme, gizle de bana da yüzlerce türlü gam, gussa gelmesin, sana da.
- وا مگردان هیچ ازینها دم مزن ** تا نیاید بر من و تو صد حزن
- Sonucu, bunun eserlerini meydana çıkar çünkü nazeninin, alâmetleri belirdi!”
- عاقبت پیدا شود آثار این ** چون علامتها رسید ای نازنین
- Tam o sırada meydandaki halktan naralar duyulmaya, yer, gök naralarla dolmaya başladı. 890
- در زمان از سوی میدان نعرهها ** میرسید از خلق و پر میشد هوا
- Firavun, bu naralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu.
- شاه از آن هیبت برون جست آن زمان ** پابرهنه کین چه غلغلهاست هان
- Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu.
- از سوی میدان چه بانگست و غریو ** کز نهیبش میرمد جنی و دیو
- İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun… İsrailoğulları, lütfundan neşeleniyorlar.
- گفت عمران شاه ما را عمر باد ** قوم اسرائیلیانند از تو شاد
- İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.
- از عطای شاه شادی میکنند ** رقص میآرند و کفها میزنند
- Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı. 895
- گفت باشد کین بود اما ولیک ** وهم و اندیشه مرا پر کرد نیک
- Firavunun o sesten korkması
- ترسیدن فرعون از آن بانگ
- Bu gürültü, asabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.”
- این صدا جان مرا تغییر کرد ** از غم و اندوه تلخم پیر کرد
- Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
- پیش میآمد سپس میرفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
- Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
- هر زمان میگفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعرهها
- Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
- زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
- Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın. 900
- که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استارهی موسی پدید
- Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
- هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
- Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
- پیدا شدن استارهی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
- Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
- بر فلک پیدا شد آن استارهاش ** کوری فرعون و مکر و چارهاش
- Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
- روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
- İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
- راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
- Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü. 905
- هر منجم سر برهنه جامهپاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک
- Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
- همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
- Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
- ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خونپر دیدگان
- İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
- گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی میدهد منحوس سال
- Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
- عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
- Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu. 910
- این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد
- Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
- شب ستارهی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
- O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
- زد ستارهی آن پیمبر بر سما ** ما ستارهبار گشتیم از بکا
- İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
- با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر میبزد کاه الفراق
- Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
- کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
- Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi. 915
- خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفتههای بس خشن بر جمع خواند
- Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
- خویشتن را ترش و غمگین ساخت او ** نردهای بازگونه باخت او
- “Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
- گفتشان شاه مرا بفریفتید ** از خیانت وز طمع نشکیفتید
- Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
- سوی میدان شاه را انگیختید ** آب روی شاه ما را ریختید
- Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaatlerde bulundunuz” dedi.
- دست بر سینه زدیت اندر ضمان ** شاه را ما فارغ آریم از غمان
- Padişah da bunu duyunca “Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün. 920
- شاه هم بشنید و گفت ای خاینان ** من بر آویزم شما را بی امان
- Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.
- خویش را در مضحکه انداختم ** مالها با دشمنان در باختم
- Bu gece bütün İsrailoğulları, karılarından uzak kaldılar diye,
- تا که امشب جمله اسرائیلیان ** دور ماندند از ملاقات زنان
- Mal da gitti, şeref de. İşe gelince hiçbir şey olmadı. Bu mudur iyi adamların muaveneti, bu mudur iyi kişinin yapacakları iş?
- مال رفت و آب رو و کار خام ** این بود یاری و افعال کرام
- Yıllardır paralar, libaslar alıyor, ülkelerin servetini rahatça yiyip duruyorsunuz.
- سالها ادرار و خلعت میبرید ** مملکتها را مسلم میخورید
- Bu mu sizin tedbiriniz, bu mu nücum bilginiz? Siz besbedava lokma yiyen hilekâr ve şom kişilersiniz. 925
- رایتان این بود و فرهنگ و نجوم ** طبلخوارانید و مکارید و شوم
- Sizi öldürür, parçalatır, ateşlere atar, burunlarınızı, kulaklarınızı, dudaklarınızı kestirir…
- من شما را بر درم و آتش زنم ** بینی و گوش و لبانتان بر کنم
- Sizi ateşe odun yapar, yiyip içtiklerinizi fitil fitil burnunuzdan getiririm.”
- من شما را هیزم آتش کنم ** عیش رفته بر شما ناخوش کنم
- Müneccimler, secde edip “Padişahım, Şeytan bu sefer bize galebe etti.
- سجده کردند و بگفتند ای خدیو ** گر یکی کرت ز ما چربید دیو
- Fakat yılardır nice belâlar defettik. Yaptıklarımıza vehim bile hayran olmakta.
- سالها دفع بلاها کردهایم ** وهم حیران زانچ ماها کردهایم
- Bu sefer tedbirimiz, hiçe çıktı. O Peygamber’in anası gebe kaldı, o, ana rahmine düştü. 930
- فوت شد از ما و حملش شد پدید ** نطفهاش جست و رحم اندر خزید
- Düştü ama padişahım, suçumuzu, affettirmek için biz de doğum gününe dikkat ederiz.
- لیک استغفار این روز ولاد ** ما نگه داریم ای شاه و قباد
- Bu fırsatı da kaçırmamak, kaza ve kaderin zuhuruna mâni olmak için doğacağı günü hesaplayacak, gözleyeceğiz.
- روز میلادش رصد بندیم ما ** تا نگردد فوت و نجهد این قضا
- Ey akıllarla fikirler, reyinin kulu, kölesi olan padişah, bunu da yapamazsak bizi öldür” derler.
- گر نداریم این نگه ما را بکش ** ای غلام رای تو افکار و هش
- Firavun, düşmanları vurup öldüren takdir oku, yayından fırlamasın diye günden güne dokuz ayı sayıp duruyordu.
- تا بنه مه میشمرد او روز روز ** تا نپرد تیر حکم خصمدوز
- Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, baş aşağı gelir, kendi kanına bulanır. 935
- بر قضا هر کو شبیخون آورد ** سرنگون آید ز خون خود خورد
- Yer, göğe düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline girer.
- چون زمین با آسمان خصمی کند ** شوره گردد سر ز مرگی بر زند