English    Türkçe    فارسی   

3
887-936

  • Firavunun korktuğu şey yok mu? Seninle buluştum, meydana geldi işte!
  • آنچ این فرعون می‌ترسد ازو ** هست شد این دم که گشتم جفت تو
  • İmran’ın karısıyla buluştuktan sonra “Beni görmemiş ol” diye nasihat etmesi
  • وصیت کردن عمران جفت خود را بعد از مجامعت کی مرا ندیده باشی
  • Sakın bunu kimseye söyleme, gizle de bana da yüzlerce türlü gam, gussa gelmesin, sana da.
  • وا مگردان هیچ ازینها دم مزن ** تا نیاید بر من و تو صد حزن
  • Sonucu, bunun eserlerini meydana çıkar çünkü nazeninin, alâmetleri belirdi!”
  • عاقبت پیدا شود آثار این ** چون علامتها رسید ای نازنین
  • Tam o sırada meydandaki halktan naralar duyulmaya, yer, gök naralarla dolmaya başladı. 890
  • در زمان از سوی میدان نعره‌ها ** می‌رسید از خلق و پر می‌شد هوا
  • Firavun, bu naralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu.
  • شاه از آن هیبت برون جست آن زمان ** پابرهنه کین چه غلغلهاست هان
  • Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu.
  • از سوی میدان چه بانگست و غریو ** کز نهیبش می‌رمد جنی و دیو
  • İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun… İsrailoğulları, lütfundan neşeleniyorlar.
  • گفت عمران شاه ما را عمر باد ** قوم اسرائیلیانند از تو شاد
  • İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.
  • از عطای شاه شادی می‌کنند ** رقص می‌آرند و کفها می‌زنند
  • Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı. 895
  • گفت باشد کین بود اما ولیک ** وهم و اندیشه مرا پر کرد نیک
  • Firavunun o sesten korkması
  • ترسیدن فرعون از آن بانگ
  • Bu gürültü, asabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.”
  • این صدا جان مرا تغییر کرد ** از غم و اندوه تلخم پیر کرد
  • Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
  • پیش می‌آمد سپس می‌رفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
  • Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
  • هر زمان می‌گفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعره‌ها
  • Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
  • زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
  • Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın. 900
  • که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استاره‌ی موسی پدید
  • Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
  • هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
  • Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
  • پیدا شدن استاره‌ی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
  • Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
  • بر فلک پیدا شد آن استاره‌اش ** کوری فرعون و مکر و چاره‌اش
  • Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
  • روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
  • İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
  • راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
  • Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü. 905
  • هر منجم سر برهنه جامه‌پاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک
  • Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
  • همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
  • Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
  • ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خون‌پر دیدگان
  • İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
  • گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی می‌دهد منحوس سال
  • Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
  • عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
  • Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu. 910
  • این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد
  • Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
  • شب ستاره‌ی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
  • O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
  • زد ستاره‌ی آن پیمبر بر سما ** ما ستاره‌بار گشتیم از بکا
  • İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
  • با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر می‌بزد کاه الفراق
  • Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
  • کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
  • Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi. 915
  • خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفته‌های بس خشن بر جمع خواند
  • Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
  • خویشتن را ترش و غمگین ساخت او ** نردهای بازگونه باخت او
  • “Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
  • گفتشان شاه مرا بفریفتید ** از خیانت وز طمع نشکیفتید
  • Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
  • سوی میدان شاه را انگیختید ** آب روی شاه ما را ریختید
  • Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaatlerde bulundunuz” dedi.
  • دست بر سینه زدیت اندر ضمان ** شاه را ما فارغ آریم از غمان
  • Padişah da bunu duyunca “Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün. 920
  • شاه هم بشنید و گفت ای خاینان ** من بر آویزم شما را بی امان
  • Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.
  • خویش را در مضحکه انداختم ** مالها با دشمنان در باختم
  • Bu gece bütün İsrailoğulları, karılarından uzak kaldılar diye,
  • تا که امشب جمله اسرائیلیان ** دور ماندند از ملاقات زنان
  • Mal da gitti, şeref de. İşe gelince hiçbir şey olmadı. Bu mudur iyi adamların muaveneti, bu mudur iyi kişinin yapacakları iş?
  • مال رفت و آب رو و کار خام ** این بود یاری و افعال کرام
  • Yıllardır paralar, libaslar alıyor, ülkelerin servetini rahatça yiyip duruyorsunuz.
  • سالها ادرار و خلعت می‌برید ** مملکتها را مسلم می‌خورید
  • Bu mu sizin tedbiriniz, bu mu nücum bilginiz? Siz besbedava lokma yiyen hilekâr ve şom kişilersiniz. 925
  • رایتان این بود و فرهنگ و نجوم ** طبل‌خوارانید و مکارید و شوم
  • Sizi öldürür, parçalatır, ateşlere atar, burunlarınızı, kulaklarınızı, dudaklarınızı kestirir…
  • من شما را بر درم و آتش زنم ** بینی و گوش و لبانتان بر کنم
  • Sizi ateşe odun yapar, yiyip içtiklerinizi fitil fitil burnunuzdan getiririm.”
  • من شما را هیزم آتش کنم ** عیش رفته بر شما ناخوش کنم
  • Müneccimler, secde edip “Padişahım, Şeytan bu sefer bize galebe etti.
  • سجده کردند و بگفتند ای خدیو ** گر یکی کرت ز ما چربید دیو
  • Fakat yılardır nice belâlar defettik. Yaptıklarımıza vehim bile hayran olmakta.
  • سالها دفع بلاها کرده‌ایم ** وهم حیران زانچ ماها کرده‌ایم
  • Bu sefer tedbirimiz, hiçe çıktı. O Peygamber’in anası gebe kaldı, o, ana rahmine düştü. 930
  • فوت شد از ما و حملش شد پدید ** نطفه‌اش جست و رحم اندر خزید
  • Düştü ama padişahım, suçumuzu, affettirmek için biz de doğum gününe dikkat ederiz.
  • لیک استغفار این روز ولاد ** ما نگه داریم ای شاه و قباد
  • Bu fırsatı da kaçırmamak, kaza ve kaderin zuhuruna mâni olmak için doğacağı günü hesaplayacak, gözleyeceğiz.
  • روز میلادش رصد بندیم ما ** تا نگردد فوت و نجهد این قضا
  • Ey akıllarla fikirler, reyinin kulu, kölesi olan padişah, bunu da yapamazsak bizi öldür” derler.
  • گر نداریم این نگه ما را بکش ** ای غلام رای تو افکار و هش
  • Firavun, düşmanları vurup öldüren takdir oku, yayından fırlamasın diye günden güne dokuz ayı sayıp duruyordu.
  • تا بنه مه می‌شمرد او روز روز ** تا نپرد تیر حکم خصم‌دوز
  • Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, baş aşağı gelir, kendi kanına bulanır. 935
  • بر قضا هر کو شبیخون آورد ** سرنگون آید ز خون خود خورد
  • Yer, göğe düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline girer.
  • چون زمین با آسمان خصمی کند ** شوره گردد سر ز مرگی بر زند