English    Türkçe    فارسی   

4
2327-2376

  • Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... Başkası bu dâvaya kalkışırsa zalimdir.
  • نقش او کردست و نقاش من اوست ** غیر اگر دعوی کند او ظلم‌جوست
  • Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... Böyleyken nasıl olur da beni yarattığını söyleyebilirsin?
  • تو نتوانی ابروی من ساختن ** چون توانی جان من بشناختن
  • Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allah’a şerik olmak davasına düşmüşsün.
  • بلک آن غدار و آن طاغی توی ** که کنی با حق دعوی دوی
  • Ben bir kötü kişiyi öldürdüysem ne nefsime uyduğumdan öldürdüm, ne de eğlence için! 2330
  • گر بکشتم من عوانی را به سهو ** نه برای نفس کشتم نه به لهو
  • Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... Zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
  • من زدم مشتی و ناگاه اوفتاد ** آنک جانش خود نبد جانی بداد
  • Ben bir köpek öldürdüm... Fakat sen peygamber oğullarını, yüz binlerce suçsuz, ziyansız çocukları öldürdün ya!
  • من سگی کشتم تو مرسل‌زادگان ** صدهزاران طفل بی‌جرم و زیان
  • Onları öldürdün; hepsinin kanı senin boynundadır... Bakalım hele, bu kan içmeden başına neler gelecek?
  • کشته‌ای و خونشان در گردنت ** تا چه آید بر تو زین خون خوردنت
  • Yakup soyunu öldürdün... Maksadın da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen!
  • کشته‌ای ذریت یعقوب را ** بر امید قتل من مطلوب را
  • Allah, seni kör etti de beni seçti... Nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi. 2335
  • کوری تو حق مرا خود برگزید ** سرنگون شد آنچ نفست می‌پزید
  • Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... Şüphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha!
  • گفت اینها را بهل بی‌هیچ شک ** این بود حق من و نان و نمک
  • Beni halkın önünde rezil rüsvay edesin... Aydın günü gönlüme karartasın... Sen de olan hakkıma karşılık yapacağın bu mu senin?
  • که مرا پیش حشر خواری کنی ** روز روشن بر دلم تاری کنی
  • Musa, kıyamet gününün horluğu daha güçtür... Hayırda, şerde bana riayet etmezsen kıyamette halin bundan beter olur.
  • گفت خواری قیامت صعب‌تر ** گر نداری پاس من در خیر و شر
  • Bir pirenin acısına tahammülün yok; yılanın acısına nasıl tahammül edeceksin?
  • زخم کیکی را نمی‌توانی کشید ** زخم ماری را تو چون خواهی چشید
  • Görünüşte senin işini yıkıyorum ama bir dikeni gül bahçesi haline getiriyorum dedi. 2340
  • ظاهرا کار تو ویران می‌کنم ** لیک خاری را گلستان می‌کنم
  • Yapılma yıkılmadadır; topluluk dağınıklıkta; düzeltme kırılmada… Murat muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey, buna benzer. Öbür zıtlar ve eşlerde hep bunlar gibidir.
  • بیان آنک عمارت در ویرانیست و جمعیت در پراکندگیست و درستی در شکست‌گیست و مراد در بی‌مرادیست و وجود در عدم است و علی هذا بقیة الاضداد والازواج
  • Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti.
  • آن یکی آمد زمین را می‌شکافت ** ابلهی فریاد کرد و بر نتافت
  • Dedi ki: Bu yeri neden yıkıyorsun... Neden yarıyor dağıtıyorsun?
  • کین زمین را از چه ویران می‌کنی ** می‌شکافی و پریشان می‌کنی
  • Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... Benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil! (189.sayfa-223.sayfaya kadar bulunamadı)
  • گفت ای ابله برو و بر من مران ** تو عمارت از خرابی باز دان
  • Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe nasıl olur da olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir.
  • کی شود گلزار و گندم‌زار این ** تا نگردد زشت و ویران این زمین
  • Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiştirir? 2345
  • کی شود بستان و کشت و برگ و بر ** تا نگردد نظم او زیر و زبر
  • Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir onulur mu hiç?
  • تا بنشکافی به نشتر ریش چغز ** کی شود نیکو و کی گردید نغز
  • Ahlatın, ilaçla yıkanmadıkça hastalığın nasıl geçer, nasıl şifa bulursun?
  • تا نشوید خلطهاات از دوا ** کی رود شورش کجا آید شفا
  • Terzi kumaşı paramparça eder... Bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye,
  • پاره پاره کرده درزی جامه را ** کس زند آن درزی علامه را
  • Bu canım atlası neden bu hale getirdin... Neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım der mi?
  • که چرا این اطلس بگزیده را ** بردریدی چه کنم بدریده را
  • Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı? 2350
  • هر بنای کهنه که آبادان کنند ** نه که اول کهنه را ویران کنند
  • Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi yıkıp yakıp harap etmezler mi?
  • هم‌چنین نجار و حداد و قصاب ** هستشان پیش از عمارتها خراب
  • O halileyi, belileyi dövmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
  • آن هلیله و آن بلیله کوفتن ** زان تلف گردند معموری تن
  • Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi?
  • تا نکوبی گندم اندر آسیا ** کی شود آراسته زان خوان ما
  • A balık, yediğim tuz ekmek, seni ağından kurtarmak için beni böyle uğraştırıyorsun ya!
  • آن تقاضا کرد آن نان و نمک ** که ز شستت وا رهانم ای سمک
  • Musa’nın öğüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun! 2355
  • گر پذیری پند موسی وا رهی ** از چنین شست بد نامنتهی
  • Kendini hayli zamandır heva ve hevese kul, köle ettin... Yeter artık! Küçücük bir kurdu ejderha haline getirdin.
  • بس که خود را کرده‌ای بنده‌ی هوا ** کرمکی را کرده‌ای تو اژدها
  • Ben de senin ejderhana karşı ejderha getirttim... Onunla anbean seni ıslah etmek niyetindeyim.
  • اژدها را اژدها آورده‌ام ** تا با صلاح آورم من دم به دم
  • Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... Ejderham, o ejderhayı mahvetsin!
  • تا دم آن از دم این بشکند ** مار من آن اژدها را بر کند
  • Eğer razı olursan iki yılandan da kurtulursun... Yok, razı olmazsan o ejderha, canını kökünden siler süpürür, seni mahveder!
  • گر رضا دادی رهیدی از دو مار ** ورنه از جانت برآرد آن دمار
  • Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... Bu ülkeye bir ikiliktir saldın. 2360
  • گفت الحق سخت استا جادوی ** که در افکندی به مکر اینجا دوی
  • Gönlü bir olan halkı iki bölüğe ayırdın... Öyledir; büyücülük, dağa, taşa bile tesir eder... Onları bile yarar, yıkar.
  • خلق یک‌دل را تو کردی دو گروه ** جادوی رخنه کند در سنگ و کوه
  • Musa şöyle cevap verdi: Ben, Allah emirlerine gark olmuşum... Hiç Allah adı ile büyücülük görülmüş şey midir?
  • گفت هستم غرق پیغام خدا ** جادوی کی دید با نام خدا
  • Büyücülüğün temeli gaflettir, kâfirliktir... Hâlbuki Musa’nın canı, din meşalesidir.
  • غفلت و کفرست مایه‌ی جادوی ** مشعله‌ی دینست جان موسوی
  • A çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
  • من به جادویان چه مانم ای وقیح ** کز دمم پر رشک می‌گردد مسیح
  • A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canımda nurlanır, ışıklanır. 2365
  • من به جادویان چه مانم ای جنب ** که ز جانم نور می‌گیرد کتب
  • Fakat sen heva ve heves kanadı ile uçtuğun için benim hakkımda şüpheye düşüyorsun.
  • چون تو با پر هوا بر می‌پری ** لاجرم بر من گمان آن می‌بری
  • Kim hilebazlarla canavarların işini işlerse elbette kerem sahipleri hakkında şüphelenir.
  • هر کرا افعال دام و دد بود ** بر کریمانش گمان بد بود
  • Sen, bir âlemin cüzüsün... Ne olursan ol, mutlaka o âlemin külünü kendi sıfatlarında görürsün sen, azgın herif!
  • چون تو جزو عالمی هر چون بوی ** کل را بر وصف خود بینی سوی
  • Döndün de başın döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür.
  • گر تو برگردی و بر گردد سرت ** خانه را گردنده بیند منظرت
  • Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yürüyor görürsün! 2370
  • ور تو در کشتی روی بر یم روان ** ساحل یم را همی بینی دوان
  • Bir savaştan, bir çekişten canın daralırsa bütün dünyayı dar görürsün!
  • گر تو باشی تنگ‌دل از ملحمه ** تنگ بینی جمله دنیا را همه
  • Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gönlün hoş olursa bu âlem, sana gül bahçesi görünür.
  • ور تو خوش باشی به کام دوستان ** این جهان بنمایدت چون گلستان
  • Nice kişiler, ta Şam' a Irak' a kadar gittiler de oralarda kâfirlikten, münafıklıktan başka bir şey görmediler.
  • ای بسا کس رفته تا شام و عراق ** او ندیده هیچ جز کفر و نفاق
  • Nice kişiler, ta Hint ülkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar!
  • وی بسا کس رفته تا هند و هری ** او ندیده جز مگر بیع و شری
  • Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey görmediler! 2375
  • وی بسا کس رفته ترکستان و چین ** او ندیده هیچ جز مکر و کمین
  • Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaşsın; hep bunu görür.
  • چون ندارد مدرکی جز رنگ و بو ** جمله‌ی اقلیمها را گو بجو