English    Türkçe    فارسی   

3
4004-4013

  • گفت پیغامبر سپهدار غیوب ** لا شجاعة یا فتی قبل الحروب
  • O gayp askerinin başbuğu Peygamber dedi ki: “Ey yiğit, savaştan önce yiğitlik olamaz!”
  • وقت لاف غزو مستان کف کنند ** وقت جوش جنگ چون کف بی‌فنند 4005
  • Sarhoşlar, savaş lâfına kalkıştılar mı ağızlarından köpük saçarlar ama savaş kızışınca köpük gibi kalırlar, hiçbir işe yaramazlar.
  • وقت ذکر غزو شمشیرش دراز ** وقت کر و فر تیغش چون پیاز
  • Bu çeşit adamın kılıcı savaş sözü olunca, uzar. Asıl savaştaysa soğan gibi kat, kat kınlara gömülür!
  • وقت اندیشه دل او زخم‌جو ** پس به یک سوزن تهی شد خیک او
  • Savaşı düşündüğü zaman gönlü, yaraları arar, saflara dalar, erlikler gösterir. Savaş zamanındaysa bucak bucak kaçar?
  • من عجب دارم ز جویای صفا ** کو رمد در وقت صیقل از جفا
  • Cefaya uğrayıp cilâlanacağı zaman kaçan, sonra da safa dileyen kişiye şaşarım doğrusu.
  • عشق چون دعوی جفا دیدن گواه ** چون گواهت نیست شد دعوی تباه
  • Aşk dâvaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!
  • چون گواهت خواهد این قاضی مرنج ** بوسه ده بر مار تا یابی تو گنج 4010
  • Kadı, senden şahit isterse incinme. Yılanı öp ki hazineyi elde edesin!
  • آن جفا با تو نباشد ای پسر ** بلک با وصف بدی اندر تو در
  • Zaten o cefa sana değildir ki ey oğul! Sendeki kötü hulyadır.
  • بر نمد چوبی که آن را مرد زد ** بر نمد آن را نزد بر گرد زد
  • Sopayla kilime vuran, kilimi dövmez, tozlarını silker!
  • گر بزد مر اسپ را آن کینه کش ** آن نزد بر اسپ زد بر سکسکش
  • Kızıp atı döven, hakikatte atı dövmez, aksak yürüyüşünü döver.