English    Türkçe    فارسی   

3
4759-4768

  • گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
  • Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
  • چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمه‌ی اتحاد 4760
  • Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu!
  • چونک با بی‌برگی غربت بساخت ** برگ بی‌برگی به سوی او بتاخت
  • Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
  • خوشه‌های فکرتش بی‌کاه شد ** شب‌روان را رهنما چون ماه شد
  • Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
  • ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرین‌روان رو ترش
  • Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
  • رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخن‌گو را ببین
  • Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
  • لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان 4765
  • Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki!
  • شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
  • Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
  • تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
  • Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
  • بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
  • Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?