English    Türkçe    فارسی   

6
1952-1976

  • گفت تا این رقعه را یابیده‌ام  ** گنج نه و رنج بی‌حد دیده‌ام 
  • Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.
  • خود نشد یک حبه از گنج آشکار  ** لیک پیچیدم بسی من هم‌چو مار 
  • Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum.
  • مدت ماهی چنینم تلخ‌کام  ** که زیان و سود این بر من حرام 
  • Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da.
  • بوک بختت بر کند زین کان غطا  ** ای شه پیروزجنگ و دزگشا  1955
  • Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım!
  • مدت شش ماه و افزون پادشاه  ** تیر می‌انداخت و برمی‌کند چاه 
  • Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı,okun düştüğü yeri kazdırdı.
  • هرکجا سخته کمانی بود چست  ** تیر داد انداخت و هر سو گنج جست 
  • Nerede katı bir yay varsa buldurdu,o attı, her yanda define aradı durdu.
  • غیر تشویش و غم و طامات نی  ** هم‌چو عنقا نام فاش و ذات نی 
  • Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde edemedi. Define âdeta ankaya benziyordu, ismi var, cismi yok!
  • نومید شدن آن پادشاه از یافتن آن گنج و ملول شدن او از طلب آن 
  • Padişahın, defineyi bulmaktan ümidini kesip aramaktan usanması
  • چونک تعویق آمد اندر عرض و طول  ** شاه شد زان گنج دل سیر و ملول 
  • İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı.
  • دشتها را گز گز آن شه چاه کند  ** رقعه را از خشم پیش او فکند  1960
  • Her tarafı yer yer eştirmiş,kuyu haline getirmişti. Günün birinde kâğıdı, herifin önüne atıp
  • گفت گیر این رقعه کش آثار نیست  ** تو بدین اولیتری کت کار نیست 
  • Dedi ki: Al şu kâğıdı. Definenin eseri bile görünmedi. Senin işin yok, bu iş sana daha lâyık.
  • نیست این کار کسی کش هست کار  ** که بسوزد گل بگردد گرد خار 
  • Bu işi olanın yapacağı şey değil. Gülü yakıp dikenin etrafında dolanmak akıl kârı değil.
  • نادر افتد اهل این ماخولیا  ** منتظر که روید از آهن گیا 
  • Demirden ot bitmesini bekleyen olabilir ama bu hülyaya tutulan, az olur.
  • سخت جانی باید این فن را چو تو  ** تو که داری جان سخت این را بجو 
  • Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
  • گر نیابی نبودت هرگز ملال  ** ور بیابی آن به تو کردم حلال  1965
  • Bulursan ne âlâ, onu sana helâl ettim. Bulamazsan yorulmazsın, kazar durursun!
  • عقل راه ناامیدی کی رود  ** عشق باشد کان طرف بر سر دود 
  • Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
  • لاابالی عشق باشد نی خرد  ** عقل آن جوید کز آن سودی برد 
  • Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
  • ترک‌تاز و تن‌گداز و بی‌حیا  ** در بلا چون سنگ زیر آسیا 
  • Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
  • سخت‌رویی که ندارد هیچ پشت  ** بهره‌جویی را درون خویش کشت 
  • Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
  • پاک می‌بازد نباشد مزدجو  ** آنچنان که پاک می‌گیرد ز هو  1970
  • Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur.
  • می‌دهد حق هستیش بی‌علتی  ** می‌سپارد باز بی‌علت فتی 
  • Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
  • که فتوت دادن بی علتست  ** پاک‌بازی خارج هر ملتست 
  • Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
  • زانک ملت فضل جوید یا خلاص  ** پاک بازانند قربانان خاص 
  • Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
  • نی خدا را امتحانی می‌کنند  ** نی در سود و زیانی می‌زنند 
  • Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
  • باز دادن شاه گنج‌نامه را به آن فقیر کی بگیر ما از سر این برخاستیم 
  • Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
  • چونک رقعه‌ی گنج پر آشوب را  ** شه مسلم داشت آن مکروب را  1975
  • O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince;
  • گشت آمن او ز خصمان و ز نیش  ** رفت و می‌پیچید در سودای خویش 
  • Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.