English    Türkçe    فارسی   

1
245-254

  • نیم جان بستاند و صد جان دهد ** آن چه در وهمت نیاید آن دهد 245
  • Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.
  • تو قیاس از خویش می‌‌گیری و لیک ** دور دور افتاده‌‌ای بنگر تو نیک‌‌
  • Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
  • حکایت بقال و طوطی و روغن ریختن طوطی در دکان‌‌
  • Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
  • بود بقالی و وی را طوطیی ** خوش نوایی سبز و گویا طوطیی‌‌
  • Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
  • بر دکان بودی نگهبان دکان ** نکته گفتی با همه سوداگران‌‌
  • Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
  • در خطاب آدمی ناطق بدی ** در نوای طوطیان حاذق بدی‌‌
  • İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
  • جست از سوی دکان سویی گریخت ** شیشه‌‌های روغن گل را بریخت‌‌ 250
  • Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
  • از سوی خانه بیامد خواجه‌‌اش ** بر دکان بنشست فارغ خواجه‌‌وش‌‌
  • Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
  • دید پر روغن دکان و جامه چرب ** بر سرش زد گشت طوطی کل ز ضرب‌‌
  • Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
  • روزکی چندی سخن کوتاه کرد ** مرد بقال از ندامت آه کرد
  • Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye başladı.
  • ریش بر می‌‌کند و می‌‌گفت ای دریغ ** کافتاب نعمتم شد زیر میغ‌‌
  • Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.