English    Türkçe    فارسی   

3
2713-2722

  • حب جاه و سروری دارد بر آن ** که شمارد خویش از پیغامبران
  • Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
  • ما نخواهیم این چنین لاف و دروغ ** کردن اندر گوش و افتادن بدوغ
  • Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.
  • انبیا گفتند کین زان علتست ** مایه‌ی کوری حجاب ریتست 2715
  • Peygamberler dediler ki: “Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
  • دعوی ما را شنیدیت و شما ** می‌نبینید این گهر در دست ما
  • Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
  • امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
  • Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
  • هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمی‌بیند گهر حبس عماست
  • Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
  • آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
  • Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
  • تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
  • Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
  • روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
  • Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
  • ور نمی‌بینی گمانی برده‌ای ** که صباحست و تو اندر پرده‌ای
  • Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,