English    Türkçe    فارسی   

3
594-603

  • اهل تن را جمله علم بالقلم ** واسطه افراشت در بذل کرم
  • Ten ehlinin hepsi kalemle, okuyup yazmakla öğrenir, öğretir. Allah kereminin bolluğuyla kalemi, öğretiş ve öğrenişe vasıta halk etmiştir.
  • هر حریصی هست محروم ای پسر ** چون حریصان تگ مرو آهسته‌تر 595
  • Oğul, her hırs sahibi mahrumdur. Harisler gibi öyle koşma, aheste aheste yürü.
  • اندر آن ره رنجها دیدند و تاب ** چون عذاب مرغ خاکی در عذاب
  • Şehirli ve çoluk çocuğu da o yolda karada yaşayan kuşun suda çektiği eziyet ve zahmet gibi eziyetler, zahmetler çektiler.
  • سیر گشته از ده و از روستا ** وز شکرریز چنان نا اوستا
  • Köye de karınları toktu artık, köylüye de. Öyle usta olmadan şeker yapmaya da doymuşlardı, hatta.
  • رسیدن خواجه و قومش به ده و نادیده و ناشناخته آوردن روستایی ایشان را
  • Şehirliyle akrabasının köye varmaları, köylünün onları tanımazlıktan gelmesi
  • بعد ماهی چون رسیدند آن طرف ** بی‌نوا ایشان ستوران بی علف
  • Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir hâlde o köye vardılar.
  • روستایی بین که از بدنیتی ** می‌کند بعد اللتیا والتی
  • Köylüye bak ki kötü niyeti yüzünden falan feşman diye zırvalamaya,
  • روی پنهان می‌کند زیشان بروز ** تا سوی باغش بنگشایند پوز 600
  • Gündüzleri, bağına, bahçesine yüz tutmasınlar diye onlardan yüzünü gizlemeye koyuldu.
  • آنچنان رو که همه رزق و شرست ** از مسلمانان نهان اولیترست
  • Gizlediği yüz de zaten tamamıyla hile ve riyadan ibaretti. Öyle yüzün, Müslümanlardan gizli kalması daha iyi.
  • رویها باشد که دیوان چون مگس ** بر سرش بنشسته باشند چون حرس
  • Öyle yüzler vardır ki şeytanlar, sinek gibi başına üşüşür, bekçi gibi orada yurt tutar, otururlar.
  • چون ببینی روی او در تو فتند ** یا مبین آن رو چو دیدی خوش مخند
  • Bu çeşit adamların suratını gördün mü ya bakma yahut da mademki baktın, hoşlanıp gülme.