English    Türkçe    فارسی   

3
816-825

  • شسته صیادان میان آن دو کوه ** انتظار این قضای با شکوه
  • Avcılarsa o iki dağ arasındaki yarda oturmuş, bu azametli kaza ve kaderin zuhurunu beklemekteler…
  • باشد اغلب صید این بز همچنین ** ورنه چالاکست و چست و خصم‌بین
  • Dağ keçisi, ekseriyetle böyle avlanır. Yoksa bu hayvan, pek yürük, pek çeviktir, düşmanını sezer, anlar.
  • رستم ارچه با سر و سبلت بود ** دام پاگیرش یقین شهوت بود
  • Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir, sakallı, bıyıklı bir adamdır. Ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak, şehvettir.
  • همچو من از مستی شهوت ببر ** مستی شهوت ببین اندر شتر
  • Benim gibi şehvet sarhoşluğundan kesil, bu sarhoşluğu, devede seyret!
  • باز این مستی شهوت در جهان ** پیش مستی ملک دان مستهان 820
  • Sonra da âlemdeki bu şehvet sarhoşluğu, bil ki meleklerin sarhoşluğuna karşı pek hordur, pek bayağıdır.
  • مستی آن مستی این بشکند ** او به شهوت التفاتی کی کند
  • O sarhoşluk, bu sarhoşluğu kırar, mahveder. Melek, nasıl olur da şehvete iltifat eder ki?
  • آب شیرین تا نخوردی آب شور ** خوش بود خوش چون درون دیده نور
  • Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir.
  • قطره‌ای از باده‌های آسمان ** بر کند جان را ز می وز ساقیان
  • Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sâkilerden de!
  • تا چه مستیها بود املاک را ** وز جلالت روحهای پاک را
  • Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestîliklere düşer!
  • که به بوی دل در آن می بسته‌اند ** خم باده‌ی این جهان بشکسته‌اند 825
  • Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır.