English    Türkçe    فارسی   

6
4389-4398

  • گر نگوییم آتشی را نور نیست  ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست 
  • Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
  • در زمان برجست کای خویشان وداع  ** انما الدنیا و ما فیها متاع  4390
  • Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de.
  • پس برون جست او چو تیری از کمان  ** که مجال گفت کم بود آن زمان 
  • Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
  • اندر آمد مست پیش شاه چین  ** زود مستانه ببوسید او زمین 
  • Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
  • شاه را مکشوف یک یک حالشان  ** اول و آخر غم و زلزالشان 
  • Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
  • میش مشغولست در مرعای خویش  ** لیک چوپان واقفست از حال میش 
  • Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
  • کلکم راع بداند از رمه  ** کی علف‌خوارست و کی در ملحمه  4395
  • "Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır.
  • گرچه در صورت از آن صف دور بود  ** لیک چون دف در میان سور بود 
  • Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
  • واقف از سوز و لهیب آن وفود  ** مصلحت آن بد که خشک آورده بود 
  • Onların yanışından, alevinden haberdardır. Yalnız öylece durması lâzımdır da onun için aldırmaz gibi görünür.
  • در میان جانشان بود آن سمی  ** لک قاصد کرده خود را اعجمی 
  • O yüce padişah da onların içindeydi âdeta. Fakat mahsustan kendisini bilmiyor göstermekteydi.