English    Türkçe    فارسی   

1
1468-1492

  • Onların ihtiyarı da başka türlüdür, cebri de. Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur.
  • اختیار و جبر ایشان دیگر است ** قطره‌‌ها اندر صدفها گوهر است‌‌
  • Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içinde ise küçük, büyük inciler.
  • هست بیرون قطره‌‌ی خرد و بزرگ ** در صدف آن در خرد است و سترگ‌‌
  • Onlarda misk ahusunun göbeğindeki kabiliyet vardır. Dışarıdaki kan damlaları, bunların içlerinde misktir. 1470
  • طبع ناف آهو است آن قوم را ** از برون خون و درونشان مشکها
  • Sen, dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur? Deme!
  • تو مگو کاین مایه بیرون خون بود ** چون رود در ناف مشکی چون شود
  • Bu bakır, dışarıda adi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş da deme!
  • تو مگو کاین مس برون بد محتقر ** در دل اکسیر چون گیرد گهر
  • İhtiyar ve cebir, sende bir hayalden ibarettir. Onlardaysa Tanrı azametinin nuru haline gelmiştir.
  • اختیار و جبر در تو بد خیال ** چون در ایشان رفت شد نور جلال‌‌
  • Ekmek, sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh kesilir.
  • نان چو در سفره ست باشد آن جماد ** در تن مردم شود او روح شاد
  • Sofranın ortasında duran o ekmeğin can olması imkânsızdır. Fakat can, sel sebil suyu ile o olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir. 1475
  • در دل سفره نگردد مستحیل ** مستحیلش جان کند از سلسبیل‌‌
  • Ey doğru okuyup doğru anlayan! Bu can kuvvetidir; bir düşün, o canlar canının kuvveti ne olabilir?
  • قوت جان است این ای راست خوان ** تا چه باشد قوت آن جان جان‌‌
  • İnsanın bir tek kolu, candan gelen kuvvetle dağı, denizle, madenlerle yarıp delmekte.
  • گوشت پاره‌‌ی آدمی با عقل و جان ** می‌‌شکافد کوه را با بحر و کان‌‌
  • Dağ yaran (Ferhâd’ın) candan gelen kuvveti taş delmek, canlar canının kuvveti de kameri ikiye bölmektir.
  • زور جان کوه کن شق حجر ** زور جان جان در انشق القمر
  • Gönül, Tanrı sırları dağarcığını açarsa can, arşa doğru süratle koşar gider.
  • گر گشاید دل سر انبان راز ** جان به سوی عرش سازد ترک تاز
  • Âdem Aleyhisselâm’ın “ Rabbenâ zalemnâ “ diye hatayı kendisine isnadetmesi, İblîs’in “Bimâ agveyteni “ diyerek suçu Tanrı’ya yüklemesi
  • اضافت کردن آدم آن زلت را به خویشتن که ربنا ظلمناو اضافت کردن ابلیس گناه خود را به خدا که بما أغويتنی
  • Hakk’ın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı da. Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda. 1480
  • کرد حق و کرد ما هر دو ببین ** کرد ما را هست دان پیداست این‌‌
  • Ortada halkın yaptığı işler yoksa, her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!
  • گر نباشد فعل خلق اندر میان ** پس مگو کس را چرا کردی چنان‌‌
  • Tanrı’nın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz, Tanrı işinin eserleridir.
  • خلق حق افعال ما را موجد است ** فعل ما آثار خلق ایزد است‌‌
  • Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl görebilir?
  • ناطقی یا حرف بیند یا غرض ** کی شود یک دم محیط دو عرض‌‌
  • İnsan, konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir. Hiçbir göz, bir anda hem önünü, hem ardını göremez.
  • گر به معنی رفت شد غافل ز حرف ** پیش و پس یک دم نبیند هیچ طرف‌‌
  • Şunu iyice bil! Önünü gördüğün zaman ardını nasıl görebilirsin? 1485
  • آن زمان که پیش بینی آن زمان ** تو پس خود کی ببینی این بدان‌‌
  • Mademki can, harfi ve manayı bir anda ihata edemez, nasıl olur da hem işi yapar, hem o iş yapma kudretini yaratır?
  • چون محیط حرف و معنی نیست جان ** چون بود جان خالق این هر دوان‌‌
  • Ey oğul! Tanrı, her şeye muhittir. Bir işi yapması, o anda diğer bir işi yapmasına mâni olamaz.
  • حق محیط جمله آمد ای پسر ** وا ندارد کارش از کار دگر
  • Şeytan, “Bima ağveytenî ” dedi; o alçak ifrit, kendi fi’lini gizledi.
  • گفت شیطان که بما أغویتنی ** کرد فعل خود نهان دیو دنی‌‌
  • Âdem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi;
  • گفت آدم که ظلمنا نفسنا ** او ز فعل حق نبد غافل چو ما
  • Günah ettiği halde edebe riayet ederek Tanrı’ya isnat etmedi. Tanrı’nın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nail oldu. 1490
  • در گنه او از ادب پنهانش کرد ** ز آن گنه بر خود زدن او بر بخورد
  • Âdem, tövbe ettikten sonra Tanrı, “Ey Âdem! O suçu, o mihnetleri, sen de ben yaratmadım mı?”
  • بعد توبه گفتش ای آدم نه من ** آفریدم در تو آن جرم و محن‌‌
  • O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.
  • نه که تقدیر و قضای من بد آن ** چون به وقت عذر کردی آن نهان‌‌