English    Türkçe    فارسی   

1
160-184

  • Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi. 160
  • سوی قصه گفتنش می‌‌داشت گوش ** سوی نبض و جستنش می‌‌داشت هوش‌‌
  • Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur(diyordu).
  • تا که نبض از نام کی گردد جهان ** او بود مقصود جانش در جهان‌‌ا ن‌‌
  • Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı.
  • دوستان شهر او را بر شمرد ** بعد از آن شهری دگر را نام برد
  • “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
  • گفت چون بیرون شدی از شهر خویش ** در کدامین شهر بوده ستی تو بیش‌‌
  • Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı.
  • نام شهری گفت وز آن هم در گذشت ** رنگ روی و نبض او دیگر نگشت‌‌
  • Efendileri ve şehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi. 165
  • خواجگان و شهرها را یک به یک ** باز گفت از جای و از نان و نمک‌‌
  • Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.
  • شهر شهر و خانه خانه قصه کرد ** نی رگش جنبید و نی رخ گشت زرد
  • Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabiî haldeydi fazla atmıyordu.
  • نبض او بر حال خود بد بی‌‌گزند ** تا بپرسید از سمرقند چو قند
  • Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.
  • نبض جست و روی سرخ و زرد شد ** کز سمرقندی زرگر فرد شد
  • O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belânın aslına erişince:
  • چون ز رنجور آن حکیم این راز یافت ** اصل آن درد و بلا را باز یافت‌‌
  • “Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprübaşında, Gatfer mahallesinde” dedi. 170
  • گفت کوی او کدام است در گذر ** او سر پل گفت و کوی غاتفر
  • Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;
  • گفت دانستم که رنجت چیست زود ** در خلاصت سحرها خواهم نمود
  • Sevin, ilişik etme, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;
  • شاد باش و فارغ و ایمن که من ** آن کنم با تو که باران با چمن‌‌
  • Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;
  • من غم تو می‌‌خورم تو غم مخور ** بر تو من مشفق‌‌ترم از صد پدر
  • Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;
  • هان و هان این راز را با کس مگو ** گر چه از تو شه کند بس جستجو
  • Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur; dedi. 175
  • چون که اسرارت نهان در دل شود ** آن مرادت زودتر حاصل شود
  • Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.”
  • گفت پیغمبر که هر که سر نهفت ** زود گردد با مراد خویش جفت‌‌
  • Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
  • دانه چون اندر زمین پنهان شود ** سر آن سر سبزی بستان شود
  • Altın ve gümüş gizli olmasalardı... Madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi?
  • زر و نقره گر نبودندی نهان ** پرورش کی یافتندی زیر کان‌‌
  • O hekimin vaatleri ve lütufları hastayı korkudan emin etti.
  • وعده‌‌ها و لطفهای آن حکیم ** کرد آن رنجور را ایمن ز بیم‌‌
  • Hakiki olan vaatleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaatler ise insanı ıstıraba sokar. 180
  • وعده‌‌ها باشد حقیقی دل پذیر ** وعده‌‌ها باشد مجازی تاسه‌‌گیر
  • Kerem ehlinin vaatleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaatleri ise gönül azabıdır.
  • وعده‌‌ی اهل کرم گنج روان ** وعده‌‌ی نااهل شد رنج روان‌‌
  • O velinin, halayığın hastalığını anlaması ve padişaha arz etmesi
  • دریافتن آن ولی رنج را و عرض کردن رنج او را پیش پادشاه
  • Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti, padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti.
  • بعد از آن برخاست و عزم شاه کرد ** شاه را ز ان شمه‌‌ای آگاه کرد
  • Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim.
  • گفت تدبیر آن بود کان مرد را ** حاضر آریم از پی این درد را
  • Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.”
  • مرد زرگر را بخوان ز ان شهر دور ** با زر و خلعت بده او را غرور
  • Padişahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’a elçiler yollaması
  • فرستادن پادشاه رسولان به سمرقند به آوردن زرگر