English    Türkçe    فارسی   

1
1746-1770

  • Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı?
  • زیر دریا خوشتر آید یا زبر ** تیر او دل کش تر آید یا سپر
  • Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun.
  • پاره کرده‌‌ی وسوسه باشی دلا ** گر طرب را باز دانی از بلا
  • Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksizlik murat ve maksadı terk etme değil mi?
  • گر مرادت را مذاق شکر است ** بی‌‌مرادی نه مراد دل بر است‌‌
  • Onun her bir yıldızı yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir!
  • هر ستاره‌‌ش خونبهای صد هلال ** خون عالم ریختن او را حلال‌‌
  • Biz değeri de bulduk kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye koştuk. 1750
  • ما بها و خونبها را یافتیم ** جانب جان باختن بشتافتیم‌‌
  • Ey âşık! Âşıkların hayatı ölümledir. Gönlü gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.
  • ای حیات عاشقان در مردگی ** دل نیابی جز که در دل بردگی‌‌
  • Yüzlerce nâz ü işveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti.
  • من دلش جسته به صد ناز و دلال ** او بهانه کرده با من از ملال‌‌
  • “Bu akıl, bu can, senin aşkına gark olmuş değil mi ki?” dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma!
  • گفتم آخر غرق تست این عقل و جان ** گفت رو رو بر من این افسون مخوان‌‌
  • Ben, senin ne düşündüğünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkân mı var?
  • من ندانم آن چه اندیشیده‌‌ای ** ای دو دیده دوست را چون دیده‌‌ای‌‌
  • Ey ağırcanlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın! 1755
  • ای گران جان خوار دیده ستی و را ** ز آن که بس ارزان خریده ستی و را
  • Ucuz alan ucuz verir. Çocuk bir inciyi bir somuna değişir.
  • هر که او ارزان خرد ارزان دهد ** گوهری طفلی به قرصی نان دهد
  • Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur, sonra gelenlerin aşkları da!
  • غرق عشقی‌‌ام که غرق است اندر این ** عشقهای اولین و آخرین‌‌
  • Ben, o aşkı kısaca söyledim, tamamıyla anlatmadım. Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil!
  • مجملش گفتم نکردم ز آن بیان ** ور نه هم افهام سوزد هم زبان‌‌
  • Lep (dudak) dersem maksadım leb-i derya (deniz kıyısı) dır; Lâ (hayır) dersem muradım illâ (ancak, evet) dir.
  • من چو لب گویم لب دریا بود ** من چو لا گویم مراد الا بود
  • Tatlılıktan dolayı yüzümü ekşitmiş olarak otururum; fazla sözden dolayı sükût etmekteyim. 1760
  • من ز شیرینی نشستم رو ترش ** من ز بسیاری گفتارم خمش‌‌
  • İsterim ki bu suretle tatlılığımız, yüzümüzün ekşiliğiyle iki cihandan da gizli kalsın;
  • تا که شیرینی ما از دو جهان ** در حجاب رو ترش باشد نهان‌‌
  • Bu söz, her kulağa girmesin. Onun için yüz ledün sırrından ancak birini söylemekteyim.
  • تا که در هر گوش ناید این سخن ** یک همی‌‌گویم ز صد سر لدن‌‌
  • Hakîm-i Senâî’nin “ Seni yoldan alıkoyan şey; ister küfür sözü olsun, ister iman… Seni dosttan uzak düşüren nakış; ister çirkin olsun, ister güzel… ikisi de birdir” sözü ve Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vessellem’in “ Sa’d,çok kıskançtır, ben Sa’d’dan daha kıskancım, Tanrı ise benden de kıskançtır.Kıskançlığından dolayı görünür, görünmez bütün kötülükleri haram etmiştir “ hadisi
  • تفسیر قول حکیم: به هرچ از راه وامانی چه کفر آن حرف و چه ایمان به هرچ از دوست دور افتی چه زشت آن نقش و چه زیبا در معنی قوله علیه السلام إن سعدا لغیو ر و أنا أغیر من سعد و الله أغیر منی و من غیرته حرم الفواحش ما ظهر منها و ما بطن
  • Hak kıskançlıkta bütün âlemlerden ileri gittiği içindir ki bütün âlem kıskanç oldu.
  • جمله عالم ز آن غیور آمد که حق ** برد در غیرت بر این عالم سبق‌‌
  • O, can gibidir, cihan beden gibi. Beden; iyiyi, kötüyü, canın tesiriyle kabul eder.
  • او چو جان است و جهان چون کالبد ** کالبد از جان پذیرد نیک و بد
  • Kimin namazında mihrap ve kıblesi Ayn (Tanrı’nın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayıp ve kusur bil. 1765
  • هر که محراب نمازش گشت عین ** سوی ایمان رفتنش می‌‌دان تو شین‌‌
  • Padişaha esvapçıbaşı olan kişinin, padişah hesabına ticarete girişmesi ziyankârlıktan ibarettir.
  • هر که شد مر شاه را او جامه‌‌دار ** هست خسران بهر شاهش اتجار
  • Padişahla birlikte oturan kimsenin padişah kapısında oturması yazıktır, aldanmaktır.
  • هر که با سلطان شود او همنشین ** بر درش بودن بود حیف و غبین‌‌
  • Bir kimseye padişaha elini öpmek fırsatı düşer de o, ayağını öperse bu, suçtur.
  • دست‌‌بوسش چون رسید از پادشاه ** گر گزیند بوس پا باشد گناه‌‌
  • Her ne kadar ayağa baş koymak da bir yakınlıktır, fakat el öpme yakınlığına nispetle hatadır, düşkünlüktür.
  • گر چه سر بر پا نهادن خدمت است ** پیش آن خدمت خطا و زلت است‌‌
  • Padişah, birisi yüzünü gördükten sonra başkasına meylederse kıskanır. 1770
  • شاه را غیرت بود بر هر که او ** بو گزیند بعد از آن که دید رو