English    Türkçe    فارسی   

1
3727-3751

  • Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
  • گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی‌‌
  • Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
  • آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من‌‌
  • Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
  • آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست‌‌
  • Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı. 3730
  • آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید
  • Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
  • آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان‌‌
  • Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
  • در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی‌‌
  • Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
  • در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بی‌‌شبیه‌‌
  • Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
  • ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
  • Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir. 3735
  • ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بی‌‌زحمت بداد
  • O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
  • از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم‌‌
  • O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
  • تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
  • Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.
  • تا هم ایشان از خسیسی خاستند ** گندنا و تره و خس خواستند
  • Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
  • امت احمد که هستند از کرام ** تا قیامت هست باقی آن طعام‌‌
  • Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu. 3740
  • چون ابیت عند ربی فاش شد ** یطعم و یسقی کنایت زاش شد
  • Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
  • هیچ بی‌‌تاویل این را در پذیر ** تا در آید در گلو چون شهد و شیر
  • Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
  • ز آن که تاویل است وا داد عطا ** چون که بیند آن حقیقت را خطا
  • Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
  • آن خطا دیدن ز ضعف عقل اوست ** عقل کل مغز است و عقل جزو پوست‌‌
  • Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de, gülbahçesine değil!
  • خویش را تاویل کن نه اخبار را ** مغز را بد گوی نی گلزار را
  • Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle. 3745
  • ای علی که جمله عقل و دیده‌‌ای ** شمه ای واگو از آن چه دیده‌‌ای‌‌
  • Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı.
  • تیغ حلمت جان ما را چاک کرد ** آب علمت خاک ما را پاک کرد
  • Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
  • باز گو دانم که این اسرار هوست ** ز آن که بی‌‌شمشیر کشتن کار اوست‌‌
  • Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.
  • صانع بی‌‌آلت و بی‌‌جارحه ** واهب این هدیه‌‌های رابحه‌‌
  • Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi vardır, ne kulağın!
  • صد هزاران می‌‌چشاند هوش را ** که خبر نبود دو چشم و گوش را
  • Ey arşta hoş bir surette evlanıp duran doğan! Bu anda Tanrı’dan ne gördün? Açıkça söyle. 3750
  • باز گو ای باز عرش خوش شکار ** تا چه دیدی این زمان از کردگار
  • Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalrının gözleriyse kapalıdır.
  • چشم تو ادراک غیب آموخته ** چشمهای حاضران بر دوخته‌‌