English    Türkçe    فارسی   

1
529-553

  • Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
  • صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
  • Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin* 530
  • با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی‌‌
  • Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
  • بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او
  • Akıl ve zekâda kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
  • فهم و خاطر تیز کردن نیست راه ** جز شکسته می‌‌نگیرد فضل شاه‌‌
  • Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
  • ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
  • Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
  • گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی‌‌
  • Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı. 535
  • چون زنی از کار بد شد روی زرد ** مسخ کرد او را خدا و زهره کرد
  • Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?!
  • عورتی را زهره کردن مسخ بود ** خاک و گل گشتن نه مسخ است ای عنود
  • Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.
  • روح می‌‌بردت سوی چرخ برین ** سوی آب و گل شدی در اسفلین‌‌
  • Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.
  • خویشتن را مسخ کردی زین سفول ** ز آن وجودی که بد آن رشک عقول‌‌
  • Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.
  • پس ببین کین مسخ کردن چون بود ** پیش آن مسخ این به غایت دون بود
  • Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın! 540
  • اسب همت سوی اختر تاختی ** آدم مسجود را نشناختی‌‌
  • Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
  • آخر آدم زاده‌‌ای ای ناخلف ** چند پنداری تو پستی را شرف‌‌
  • Niceye dek “ben âlemi zapt edeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
  • چند گویی من بگیرم عالمی ** این جهان را پر کنم از خود همی‌‌
  • Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
  • گر جهان پر برف گردد سربه‌‌سر ** تاب خور بگدازدش با یک نظر
  • O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder.
  • وزر او و صد وزیر و صد هزار ** نیست گرداند خدا از یک شرار
  • O, aslı olmayan hayalleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir. 545
  • عین آن تخییل را حکمت کند ** عین آن زهر آب را شربت کند
  • O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeplerinden dostluk ve muhabbet belirtir.
  • آن گمان انگیز را سازد یقین ** مهرها رویاند از اسباب کین‌‌
  • İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
  • پرورد در آتش ابراهیم را ** ایمنی روح سازد بیم را
  • Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
  • از سبب سوزیش من سودایی‌‌ام ** در خیالاتش چو سوفسطایی‌‌ام‌‌
  • Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması
  • مکر دیگر انگیختن وزیر در اضلال قوم
  • O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
  • مکر دیگر آن وزیر از خود ببست ** وعظ را بگذاشت و در خلوت نشست‌‌
  • Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı. 550
  • در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز
  • Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
  • خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
  • Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.
  • لابه و زاری همی‌‌کردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
  • Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?
  • گفته ایشان نیست ما را بی‌‌تو نور ** بی‌‌عصا کش چون بود احوال کور