English    Türkçe    فارسی   

1
550-574

  • Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı. 550
  • در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز
  • Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
  • خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
  • Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.
  • لابه و زاری همی‌‌کردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
  • Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?
  • گفته ایشان نیست ما را بی‌‌تو نور ** بی‌‌عصا کش چون بود احوال کور
  • İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
  • از سر اکرام و از بهر خدا ** بیش از این ما را مدار از خود جدا
  • Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi. 555
  • ما چو طفلانیم و ما را دایه تو ** بر سر ما گستران آن سایه تو
  • Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.”
  • گفت جانم از محبان دور نیست ** لیک بیرون آمدن دستور نیست‌‌
  • Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:
  • آن امیران در شفاعت آمدند ** و آن مریدان در شناعت آمدند
  • “Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de.
  • کاین چه بد بختی است ما را ای کریم ** از دل و دین مانده ما بی‌‌تو یتیم‌‌
  • Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz.
  • تو بهانه می‌‌کنی و ما ز درد ** می‌‌زنیم از سوز دل دمهای سرد
  • Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz. 560
  • ما به گفتار خوشت خو کرده‌‌ایم ** ما ز شیر حکمت تو خورده‌‌ایم‌‌
  • Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfet, bugünü yarına bırakma!
  • الله الله این جفا با ما مکن ** خیر کن امروز را فردا مکن‌‌
  • Gönlün razı olur mu, âşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar?
  • می‌‌دهد دل مر ترا کاین بی‌‌دلان ** بی‌‌تو گردند آخر از بی‌‌حاصلان‌‌
  • Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmağın bendini yık!
  • جمله در خشکی چو ماهی می‌‌تپند ** آب را بگشا ز جو بر دار بند
  • Ey zamanede nazîri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”
  • ای که چون تو در زمانه نیست کس ** الله الله خلق را فریاد رس‌‌
  • Vezirin müritleri defetmesi
  • دفع گفتن وزیر مریدان را
  • Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar! 565
  • گفت هان ای سخرگان گفت‌‌وگو ** وعظ و گفتار زبان و گوش جو
  • Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün!
  • پنبه اندر گوش حس دون کنید ** بند حس از چشم خود بیرون کنید
  • O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır.
  • پنبه‌‌ی آن گوش سر گوش سر است ** تا نگردد این کر آن باطن کر است‌‌
  • Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrciî - Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz.
  • بی‌‌حس و بی‌‌گوش و بی‌‌فکرت شوید ** تا خطاب ارجعی را بشنوید
  • Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
  • تا به گفت‌‌وگوی بیداری دری ** تو ز گفت خواب بویی کی بری‌‌
  • Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur. 570
  • سیر بیرونی است قول و فعل ما ** سیر باطن هست بالای سما
  • Cisim, kuruluğu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) doğdu; can İsa’sı, ayağını denize attı.
  • حس خشکی دید کز خشکی بزاد ** عیسی جان پای بر دریا نهاد
  • Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı.
  • سیر جسم خشک بر خشکی فتاد ** سیر جان پا در دل دریا نهاد
  • Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra...
  • چون که عمر اندر ره خشکی گذشت ** گاه کوه و گاه صحرا گاه دشت‌‌
  • Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
  • آب حیوان از کجا خواهی تو یافت ** موج دریا را کجا خواهی شکافت‌‌