English    Türkçe    فارسی   

1
910-934

  • Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın. 910
  • با قضا پنجه مزن ای تند و تیز ** تا نگیرد هم قضا با تو ستیز
  • Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.”
  • مرده باید بود پیش حکم حق ** تا نیاید زخم از رب الفلق‌‌
  • Aslanın çalışıp kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
  • ترجیح نهادن شیر جهد و اکتساب را بر توکل و تسلیم‌‌
  • Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
  • گفت آری گر توکل رهبر است ** این سبب هم سنت پیغمبر است‌‌
  • Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
  • گفت پیغمبر به آواز بلند ** با توکل زانوی اشتر ببند
  • “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
  • رمز الکاسب حبیب الله شنو ** از توکل در سبب کاهل مشو
  • Av hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
  • ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر اجتهاد
  • Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır. 915
  • قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمه‌‌ی تزویر دان بر قدر حلق‌‌
  • Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
  • نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
  • Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
  • بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
  • İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
  • حیله کرد انسان و حیله‌‌ش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
  • Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
  • در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیله‌‌ی فرعون زین افسانه بود
  • O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
  • صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او می‌‌جست اندر خانه‌‌اش‌‌
  • Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
  • دیده‌‌ی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست‌‌
  • Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
  • دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض‌‌
  • Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
  • طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
  • Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
  • چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
  • Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
  • جانهای خلق پیش از دست و پا ** می‌‌پریدند از وفا اندر صفا
  • Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
  • چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
  • Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
  • ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله‌‌
  • Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
  • آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
  • Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
  • باز ترجیح‌‌نهادن شیر جهد را بر توکل‌‌
  • Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
  • گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
  • Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
  • پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام‌‌
  • Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
  • پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ‌‌
  • Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
  • خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بی‌‌زبان معلوم شد او را مراد
  • Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
  • دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست‌‌
  • Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
  • چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی‌‌