English    Türkçe    فارسی   

1
940-964

  • Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma! 940
  • جبر تو خفتن بود در ره مخسب ** تا نبینی آن در و درگه مخسب‌‌
  • Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.
  • هان مخسب ای جبری بی‌‌اعتبار ** جز به زیر آن درخت میوه‌‌دار
  • Ki rüzgâr her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
  • تا که شاخ افشان کند هر لحظه باد ** بر سر خفته بریزد نقل و زاد
  • Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur?
  • جبر و خفتن در میان ره زنان ** مرغ بی‌‌هنگام کی یابد امان‌‌
  • Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!
  • ور اشارتهاش را بینی زنی ** مرد پنداری و چون بینی زنی‌‌
  • Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa kuyruk kesilir! 945
  • این قدر عقلی که داری گم شود ** سر که عقل از وی بپرد دم شود
  • Zira şükretmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, tâ ateşin dibine kadar çeker götürür.
  • ز آن که بی‌‌شکری بود شوم و شنار ** می‌‌برد بی‌‌شکر را در قعر نار
  • Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Tanrı’ya dayan!”
  • گر توکل می‌‌کنی در کار کن ** کشت کن پس تکیه بر جبار کن‌‌
  • Av hayvanlarının tekrar tevekkülü çalışmaya tercih eylemeleri
  • باز ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر جهد
  • Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler…”
  • جمله با وی بانگها برداشتند ** کان حریصان که سببها کاشتند
  • Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamane menfaatlerinden mahrum kaldılar?
  • صد هزار اندر هزار از مرد و زن ** پس چرا محروم ماندند از زمن‌‌
  • Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar; 950
  • صد هزاران قرن ز آغاز جهان ** همچو اژدرها گشاده صد دهان‌‌
  • O bilgili, idrakli kavimler hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile tâ dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
  • مکرها کردند آن دانا گروه ** که ز بن بر کنده شد ز آن مکر کوه‌‌
  • Tanrı, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
  • کرد وصف مکرهاشان ذو الجلال ** لتزول منه اقلال الجبال‌‌
  • (Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi…
  • جز که آن قسمت که رفت اندر ازل ** روی ننمود از شکار و از عمل‌‌
  • Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı.
  • جمله افتادند از تدبیر و کار ** ماند کار و حکم‌‌های کردگار
  • Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.” 955
  • کسب جز نامی مدان ای نامدار ** جهد جز وهمی مپندار ای عیار
  • Azrail’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
  • نگریستن عزراییل بر مردی و گریختن آن مرد در سرای سلیمان و تقریر ترجیح توکل بر جهد و قلت فایده‌‌ی جهد
  • Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
  • زاد مردی چاشتگاهی در رسید ** در سرا عدل سلیمان در دوید
  • Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
  • رویش از غم زرد و هر دو لب کبود ** پس سلیمان گفت ای خواجه چه بود
  • O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
  • گفت عزراییل در من این چنین ** یک نظر انداخت پر از خشم و کین‌‌
  • Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
  • گفت هین اکنون چه می‌‌خواهی بخواه ** گفت فرما باد را ای جان پناه‌‌
  • Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.” 960
  • تا مرا ز ینجا به هندستان برد ** بو که بنده کان طرف شد جان برد
  • İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
  • نک ز درویشی گریزانند خلق ** لقمه‌‌ی حرص و امل ز آنند خلق‌‌
  • Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
  • ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس‌‌
  • Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
  • باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب‌‌
  • Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
  • روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را