English    Türkçe    فارسی   

1
974-998

  • Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı.
  • دامهاشان مرغ گردونی گرفت ** نقصهاشان جمله افزونی گرفت‌‌
  • Ey ulu kişi! Nebîlerin ve velilerin yolunda çalış! 975
  • جهد می‌‌کن تا توانی ای کیا ** در طریق انبیا و اولیا
  • Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
  • با قضا پنجه زدن نبود جهاد ** ز آن که این را هم قضا بر ما نهاد
  • Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kâfirim!
  • کافرم من گر زیان کرده ست کس ** در ره ایمان و طاعت یک نفس‌‌
  • Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
  • سر شکسته نیست این سر را مبند ** یک دو روزک جهد کن باقی بخند
  • Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
  • بد محالی جست کاو دنیا بجست ** نیک حالی جست کاو عقبی بجست‌‌
  • Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir. 980
  • مکرها در کسب دنیا بارد است ** مکرها در ترک دنیا وارد است‌‌
  • Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
  • مکر آن باشد که زندان حفره کرد ** آن که حفره بست آن مکری ست سرد
  • Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
  • این جهان زندان و ما زندانیان ** حفره کن زندان و خود را وارهان‌‌
  • Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
  • چیست دنیا از خدا غافل بدن ** نی قماش و نقره و میزان و زن‌‌
  • Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demiştir.
  • مال را کز بهر دین باشی حمول ** نعم مال صالح خواندش رسول‌‌
  • Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. 985
  • آب در کشتی هلاک کشتی است ** آب اندر زیر کشتی پشتی است‌‌
  • Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
  • چون که مال و ملک را از دل براند ** ز آن سلیمان خویش جز مسکین نخواند
  • Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
  • کوزه‌‌ی سر بسته اندر آب زفت ** از دل پر باد فوق آب رفت‌‌
  • İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.
  • باد درویشی چو در باطن بود ** بر سر آب جهان ساکن بود
  • Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.
  • گر چه جمله‌‌ی این جهان ملک وی است ** ملک در چشم دل او لا شی است‌‌
  • Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havasıyla doldur, ağzını da bağla, mühürle! 990
  • پس دهان دل ببند و مهر کن ** پر کنش از باد کبر من لدن‌‌
  • Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkârda ısrar eder durur.”
  • جهد حق است و دوا حق است و درد ** منکر اندر نفی جهدش جهد کرد
  • Çalışmanın tevekküle tercihi
  • مقرر شدن ترجیح جهد بر توکل‌‌
  • Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın cevabına kandılar.
  • زین نمط بسیار برهان گفت شیر ** کز جواب آن جبریان گشتند سیر
  • Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar.
  • روبه و آهو و خرگوش و شغال ** جبر را بگذاشتند و قیل و قال‌‌
  • Bu bîatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular:
  • عهدها کردند با شیر ژیان ** کاندر این بیعت نیفتد در زیان‌‌
  • Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı. 995
  • قسم هر روزش بیاید بی‌‌جگر ** حاجتش نبود تقاضای دگر
  • Kur’a kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o koşar, teslim olurdu.
  • قرعه بر هر که فتادی روز روز ** سوی آن شیر او دویدی همچو یوز
  • Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “Niceye dek bu zulüm?”
  • چون به خرگوش آمد این ساغر به دور ** بانگ زد خرگوش کاخر چند جور
  • Aslana gitmekte geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itiraz etmeleri
  • انکار کردن نخجیران بر خرگوش در تاخیر رفتن بر شیر
  • Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
  • قوم گفتندش که چندین گاه ما ** جان فدا کردیم در عهد و وفا