English    Türkçe    فارسی   

2
1086-1110

  • O, gıda devletin has kullarına mahsustur. O, boğazsız aletsiz yenir.
  • آن غذای خاصگان دولت است ** خوردن آن بی‏گلو و آلت است‏
  • Güneşin gıdası, Arş nurundandır, hasetçinin, Şeytan’ın gıdası ferş dumanından!
  • شد غذای آفتاب از نور عرش ** مر حسود و دیو را از دود فرش‏
  • Allah, şehitler için “ Onlar rızıklanırlar” buyurdu. O, gıda için ne ağız vardır, ne tabak!
  • در شهیدان یرزقون فرمود حق ** آن غذا را نه دهان بد نه طبق‏
  • Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır.
  • دل ز هر یاری غذایی می‏خورد ** دل ز هر علمی صفایی می‏برد
  • Her insanın sureti, bir kâseye benzer. Göz de suretinin manasına ait bir duygu âletidir. 1090
  • صورت هر آدمی چون کاسه‏ای است ** چشم از معنی او حساسه‏ای است‏
  • Herkesin yüzünden bir şey yemekte, her buluştuğundan bir şey almaktasın.
  • از لقای هر کسی چیزی خوری ** و ز قران هر قرین چیزی بری‏
  • Yıldız, yıldızla kırân etti mi mutlaka her ikisine uygun bir şey doğar.
  • چون ستاره با ستاره شد قرین ** لایق هر دو اثر زاید یقین‏
  • Erkekle kadının buluşmasından çocuk doğduğu gibi, taşla demirin birleşmesinden de kıvılcım meydana gelir.
  • چون قران مرد و زن زاید بشر ** وز قران سنگ و آهن شد شرر
  • Toprağın, yağmurla kırânı, meyveleri, yeşillikleri, çiçekleri bitirir.
  • و ز قران خاک با بارانها ** میوه‏ها و سبزه و ریحانها
  • İnsan, yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır, gamı gider, neşelenir. 1095
  • و ز قران سبزه‏ها با آدمی ** دل خوشی و بی‏غمی و خرمی‏
  • Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar.
  • وز قران خرمی با جان ما ** می‏بزاید خوبی و احسان ما
  • Güzelce, dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik mi karnımız acıkır, iştahımız artar.
  • قابل خوردن شود اجسام ما ** چون بر آید از تفرج کام ما
  • Rengin kızarması karanlıktandır. Kan da hoş ve gül renkli güneştendir.
  • سرخ رویی از قران خون بود ** خون ز خورشید خوش گلگون بود
  • Renklerin en güzeli kırmızı renktir. O renk de güneştendir, güneşten meydana gelir.
  • بهترین رنگها سرخی بود ** و آن ز خورشید است و از وی می‏رسد
  • Zuhale karîn olan her yer çoraklaşır, oraya ekin ekilemez. 1100
  • هر زمینی کان قرین شد با زحل ** شوره گشت و کشت را نبود محل‏
  • Bir şeyin bir şeyle birleşmesi, kuvvetin halindeki fiili meydana çıkarır; Şeytan’ın münafıkla birleşmesi gibi.
  • قوت اندر فعل آید ز اتفاق ** چون قران دیو با اهل نفاق‏
  • Bu manalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz dereceler, mekânsız yücelikler vardır.
  • این معانی راست از چرخ نهم ** بی‏همه طاق و طرم طاق و طرم‏
  • Halkın makamı, derecesi ariyettir. Fakat Emir Âlemi olan Melekût diyarının makam ve derecesi aslidir.
  • خلق را طاق و طرم عاریت است ** امر را طاق و طرم ماهیت است‏
  • Hâlbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer, yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır, hoşlanır!
  • از پی طاق و طرم خواری کشند ** بر امید عز در خواری خوشند
  • On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar. 1105
  • بر امید عز ده روزه‏ی خدوک ** گردن خود کرده‏اند از غم چو دوک‏
  • Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikten aydın güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?
  • چون نمی‏آیند اینجا که منم ** کاندر این عز آفتاب روشنم‏
  • Güneşin doğduğu yer, kapkara bir burçtur. Bizim güneşimizse doğu yerlerinden dışarıdır!
  • مشرق خورشید برج قیرگون ** آفتاب ما ز مشرقها برون‏
  • Onun doğduğu yer, zerrelerine nispetle doğu yeridir. Hâlbuki zatı ne doğar, ne dolunur!
  • مشرق او نسبت ذرات او ** نه بر آمد نه فرو شد ذات او
  • Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir güneşiz.
  • ما که واپس ماند ذرات وی‏ایم ** در دو عالم آفتابی بی‏فی‏ایم‏
  • Ne şaşılacak şey! Böyle olduğu halde yine Şems’in etrafında dönüp dolaşmaktayım. Buna sebep de yine Şems’in ışığı, aydınlığı! 1110
  • باز گرد شمس می‏گردم عجب ** هم ز فر شمس باشد این سبب‏