English    Türkçe    فارسی   

2
1204-1228

  • Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,
  • یا چو بوی احمد مرسل بود ** کان به عاصی در شفاعت می‏رسد
  • Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor. 1205
  • یا چو بوی یوسف خوب لطیف ** می‏زند بر جان یعقوب نحیف‏
  • Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası,
  • فایده‏ی دیگر که هر خشتی کز این ** بر کنم آیم سوی ماء معین‏
  • Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor.
  • کز کمی خشت دیوار بلند ** پست‏تر گردد به هر دفعه که کند
  • Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta. Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.”
  • پستی دیوار قربی می‏شود ** فصل او درمان وصلی می‏بود
  • Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” ayetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.
  • سجده آمد کندن خشت لزب ** موجب قربی که و اسجد و اقترب‏
  • Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir. 1210
  • تا که این دیوار عالی گردن است ** مانع این سر فرود آوردن است‏
  • Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
  • سجده نتوان کرد بر آب حیات ** تا نیابم زین تن خاکی نجات‏
  • Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur.
  • بر سر دیوار هر کاو تشنه‏تر ** زودتر بر می‏کند خشت و مدر
  • Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar.
  • هر که عاشق تر بود بر بانگ آب ** او کلوخ زفت تر کند از حجاب‏
  • O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir. Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz.
  • او ز بانگ آب پر می تا عنق ** نشنود بیگانه جز بانگ بلق‏
  • Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder. 1215
  • ای خنک آن را که او ایام پیش ** مغتنم دارد گزارد وام خویش‏
  • Kudretli olduğu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulunduğu zamanlarda bu işi başarır.
  • اندر آن ایام کش قدرت بود ** صحت و زور دل و قوت بود
  • Çünkü gençlik çağı, yemyeşil, terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyveleri yetiştirir.
  • و آن جوانی همچو باغ سبز و تر ** می‏رساند بی‏دریغی بار و بر
  • Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri akıp durur. Bedenin zeminini onlarla yeşertir.
  • چشمه‏های قوت و شهوت روان ** سبز می‏گردد زمین تن بدان‏
  • Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam bir eve benzer.
  • خانه‏ی معمور و سقفش بس بلند ** معتدل ارکان و بی‏تخلیط و بند
  • Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan… 1220
  • پیش از آن که ایام پیری در رسد ** گردنت بندد به حبل من مسد
  • Toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır. Çünkü çorak yerden güzel nebatat asla yetişmez.
  • خاک شوره گردد و ریزان و سست ** هرگز از شوره نبات خوش نرست‏
  • İhtiyarın gücü, kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur. Kendisinden de faydalanmaz, başkalarına da faydası dokunmaz.
  • آب زور و آب شهوت منقطع ** او ز خویش و دیگران نامنتفع‏
  • Kaşları eyer kuskunu gibi aşağı düşer, gözü yaşarır, görmez olur.
  • ابروان چون پالدم زیر آمده ** چشم را نم آمده تاری شده‏
  • Yüzü buruşur, kertenkele sırtına döner. Söz söyleyemez, tat alamaz olur, dişleri bir şey kesmez bir hale gelir.
  • از تشنج رو چو پشت سوسمار ** رفته نطق و طعم و دندانها ز کار
  • Gün geçip gitmiş, akşam çağı gelip çatmış, leş gibi beden topallamakta, yolsa uzun. İş görülecek yer yıkık iş işten geçmiş.. 1225
  • روز بی‏گه لاشه لنگ و ره دراز ** کارگه ویران عمل رفته ز ساز
  • Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmış!
  • بیخهای خوی بد محکم شده ** قوت بر کندن آن کم شده‏
  • Valinin, yola diken ekene “Yola diktiğin dikenleri sök” diye emir vermesi
  • فرمودن والی آن مرد را که این خار بن را که نشانده‏ای بر سر راه بر کن
  • Bu iş, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer.
  • همچو آن شخص درشت خوش سخن ** در میان ره نشاند او خار بن‏
  • Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar, bu dikenleri sök diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi.
  • ره گذریانش ملامت‏گر شدند ** بس بگفتندش بکن این را نکند