English    Türkçe    فارسی   

2
1287-1311

  • Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
  • پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
  • Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
  • چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بی‏چشم شه مضطر بود
  • Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
  • چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
  • Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir. 1290
  • نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود
  • Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
  • اسب بی‏راکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه‏
  • Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
  • سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است‏
  • His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
  • نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی‏ نور این بود
  • His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
  • نور حسی می‏کشد سوی ثری ** نور حقش می‏برد سوی علی‏
  • Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi. 1295
  • ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است‏
  • Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
  • لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
  • Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
  • نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیده‏گان‏
  • Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
  • چون که نور حس نمی‏بینی ز چشم ** چون ببینی نور آن دینی ز چشم‏
  • Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
  • نور حس با این غلیظی مختفی است ** چون خفی نبود ضیایی کان صفی است‏
  • Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer, tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği, 1300
  • این جهان چون خس به دست باد غیب ** عاجزی پیش گرفت و داد غیب‏
  • Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
  • گه بلندش می‏کند گاهیش پست ** گه درستش می‏کند گاهی شکست‏
  • Gâh sağa götürür, gâh sola… Gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
  • گه یمینش می‏برد گاهی یسار ** گه گلستانش کند گاهیش خار
  • El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici meydanda değil.
  • دست پنهان و قلم بین خط گزار ** اسب در جولان و ناپیدا سوار
  • Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
  • تیر پران بین و ناپیدا کمان ** جانها پیدا و پنهان جان جان‏
  • Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır. 1305
  • تیر را مشکن که این تیر شهی است ** تیر پرتابی ز شصت آگهی است‏
  • Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’ın işi, bütün işlere örnektir, misaldir.
  • ما رمیت إذ رمیت گفت حق ** کار حق بر کارها دارد سبق‏
  • Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
  • خشم خود بشکن تو مشکن تیر را ** چشم خشمت خون شمارد شیر را
  • O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür.
  • بوسه ده بر تیر و پیش شاه بر ** تیر خون آلود از خون تو تر
  • Meydanda olan âcizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmeyense pek kuvvetli ve galip.
  • آن چه پیدا عاجز و بسته و زبون ** و آن چه ناپیدا چنان تند و حرون‏
  • Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevgânın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevgânı idare eden nerde? 1310
  • ما شکاریم این چنین دامی کراست ** گوی چوگانیم چوگانی کجاست‏
  • Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan?
  • می‏درد می‏دوزد این خیاط کو ** می‏دمد می‏سوزد این نفاط کو