English    Türkçe    فارسی   

2
1375-1399

  • Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak! 1375
  • ای ملامت گر سلامت مر ترا ** ای سلامت جو تویی واهی العری‏
  • Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak yeter.
  • جان من کوره ست با آتش خوش است ** کوره را این بس که خانه‏ی آتش است‏
  • Bana ocak gibi aşka yanmak düştü. Bundan kör olansa zaten ocak değildir.
  • همچو کوره عشق را سوزیدنی است ** هر که او زین کور باشد کوره نیست‏
  • Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan canı buldun, ölümden kurtuldun demektir.
  • برگ بی‏برگی ترا چون برگ شد ** جان باقی یافتی و مرگ شد
  • Gamdan neşe artmaya başladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle dolar.
  • چون ترا غم شادی افزودن گرفت ** روضه‏ی جانت گل و سوسن گرفت‏
  • Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir. Su kuşu, denizden kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur. 1380
  • آن چه خوف دیگران آن امن تست ** بط قوی از بحر و مرغ خانه سست‏
  • Ey tabip, ben; yine divane oldum. Sevgili, ben yine kara sevdalara uğradım.
  • باز دیوانه شدم من ای طبیب ** باز سودایی شدم من ای حبیب‏
  • Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var. Her halka, başka bir delilik vermede.
  • حلقه‏های سلسله‏ی تو ذو فنون ** هر یکی حلقه دهد دیگر جنون‏
  • Her halkanın eseri, başka, başka fenler. Onun için her an başka deliliklerim var.
  • داد هر حلقه فنونی دیگر است ** پس مرا هر دم جنونی دیگر است‏
  • Darbı meseldir, delilikler; fen, fen, çeşit çeşittir. Hele böyle ulu bir beyin zincirine bağlanmış kişide olursa!
  • پس فنون باشد جنون این شد مثل ** خاصه در زنجیر این میر اجل‏
  • Bağımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün divaneler bana nasihat verirler! 1385
  • آن چنان دیوانگی بگسست بند ** که همه دیوانگان پندم دهند
  • Zünnun’un hatırını sormak üzere dostlarının tımarhaneye gelmeleri
  • آمدن دوستان به بیمارستان جهت پرسش ذو النون مصری
  • Bu çeşit delilik, Zünnun’u, Mısri’nin de başına geldi. Onda yeni, yeni coşkunluklar, cezbeler meydana gelmekteydi.
  • این چنین ذو النون مصری را فتاد ** کاندر او شور و جنونی نو بزاد
  • Coşkunluğu âdeta göğün üstüne erişecek bir dereceyi buluyor, ciğerler acısı bir hale geliyordu.
  • شور چندان شد که تا فوق فلک ** می‏رسید از وی جگرها را نمک‏
  • Kendine gel ey çorak toprak, kendi coşkunluğunu bu işe sahip olan temiz kişilerin coşkunluğu ile bir tutma!
  • هین منه تو شور خود ای شوره خاک ** پهلوی شور خداوندان پاک‏
  • Halk onun deliliğine tahammül edemez bir hale geldi. Ateşi, âdeta halkın sakalını tutuşturmaktaydı.
  • خلق را تاب جنون او نبود ** آتش او ریشهاشان می‏ربود
  • Avamın sakalına ateş düşünce onu körlüklerinden, inatlarından tutup bağladılar. 1390
  • چون که در ریش عوام آتش فتاد ** بند کردندش به زندانی نهاد
  • Halk, bu yolda umumiyetle dara düşse de yine yuları geri çekmeye imkân yoktur.
  • نیست امکان واکشیدن این لگام ** گر چه زین ره تنگ می‏آیند عام‏
  • Bu padişahların hepsi, halktan can korkusuna düştüler. Çünkü bu güruh kördür, padişahların da nişanı yok!
  • دیده این شاهان ز عامه خوف جان ** کاین گره کورند و شاهان بی‏نشان‏
  • Hüküm külhaniler eline geçince nihayet Zünnun zindana düştü.
  • چون که حکم اندر کف رندان بود ** لاجرم ذو النون در زندان بود
  • Bir tek ulu padişah, tek başına atına binmiş, gitmekte. Ardına düşen, ona uyan yok. Böyle bir eşi bulunmaz inci, çocukların eline düşmüş. Kadrini bilen anlayan yok.
  • یک سواره می‏رود شاه عظیم ** در کف طفلان چنین در یتیم‏
  • İnci de nedir ki? Bir katrada gizlenmiş bir deniz.. bir zerreye sığmış güneş! 1395
  • در چه دریا نهان در قطره‏ای ** آفتابی مخفی اندر ذره‏ای‏
  • Öyle bir güneş ki kendisini zerre gösterdi de yavaş, yavaş yüzünü açtı.
  • آفتابی خویش را ذره نمود ** و اندک اندک روی خود را بر گشود
  • Bütün zerreler, onda yok oldu. Âlem, onun yüzünden sarhoş oldu, onun yüzünden kendisine geldi.
  • جمله‏ی ذرات در وی محو شد ** عالم از وی مست گشت و صحو شد
  • Fakat kalem, bir gaddarın elinde oldu mu şüphe yok, Mansur, dâra çekilir.
  • چون قلم در دست غداری بود ** بی‏گمان منصور بر داری بود
  • Bu hüküm, bu hükümet, kötü kişilerin elinde oldukça elbette peygamberleri öldürmek lâzım.
  • چون سفیهان راست این کار و کیا ** لازم آمد یقتلون الأنبیاء