English    Türkçe    فارسی   

2
2251-2275

  • Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid, artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.
  • آمد از وی بایزید اندر مزید ** منتهی در منتها آخر رسید
  • Peygamber’in o şahsın hastalandığına, duada küstahlık etmesinin sebep olduğunu bildirmesi
  • دانستن پیغامبر صلی الله علیه و آله که سبب رنجوری آن شخص گستاخی بوده است در دعا
  • Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
  • چون پیمبر دید آن بیمار را ** خوش نوازش کرد یار غار را
  • Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.
  • زنده شد او چون پیمبر را بدید ** گوییا آن دم مر او را آفرید
  • Sahabe, “ astalık beni bu bahta eriştirdi; bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi.
  • گفت بیماری مرا این بخت داد ** کامد این سلطان بر من بامداد
  • Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. 2255
  • تا مرا صحت رسید و عاقبت ** از قدوم این شه بی‏حاشیت‏
  • Ne güzel, ne mübarek ağrı, sızı. Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu!
  • ای خجسته رنج و بیماری و تب ** ای مبارک درد و بیداری شب‏
  • İşte Tanrı bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi.
  • نک مرا در پیری از لطف و کرم ** حق چنین رنجوریی داد و سقم‏
  • Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı.
  • درد پشتم داد هم تا من ز خواب ** بر جهم هر نیم شب لا بد شتاب‏
  • Bütün gece manda gibi uyumayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti.
  • تا نخسبم جمله شب چون گاومیش ** دردها بخشید حق از لطف خویش‏
  • Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukût etti” dedi. 2260
  • زین شکست آن رحم شاهان جوش کرد ** دوزخ از تهدید من خاموش کرد
  • Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.
  • رنج گنج آمد که رحمتها در اوست ** مغز تازه شد چو بخراشید پوست‏
  • Kardeş, karanlık yere, soğuğa, gama, kırıklığa ve hastalığa sabretmek,
  • ای برادر موضع تاریک و سرد ** صبر کردن بر غم و سستی و درد
  • Âbıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır.
  • چشمه‏ی حیوان و جام مستی است ** کان بلندیها همه در پستی است‏
  • Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda. Kaçma ondan!
  • آن بهاران مضمر است اندر خزان ** در بهار است آن خزان مگریز از آن‏
  • Gama yoldaş o, vahşetle ünsiyet kesbet. Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur! 2265
  • همره غم باش و با وحشت بساز ** می‏طلب در مرگ خود عمر دراز
  • Nefsinin “Bu kötü” dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır.
  • آن چه گوید نفس تو کاینجا بد است ** مشنوش چون کار او ضد آمده ست‏
  • Onun dediğinin zıddını yap. Âlemde peygamberlerin de vasiyetleri böyledir.
  • تو خلافش کن که از پیغمبران ** این چنین آمد وصیت در جهان‏
  • Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak aciptir.
  • مشورت در کارها واجب شود ** تا پشیمانی در آخر کم بود
  • Ümmet “Kiminle meşveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.
  • گفت امت مشورت با کی کنیم ** انبیا گفتند با عقل امیم‏
  • Hatta soran adam “İyi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?” deyince, 2270
  • گفت گر کودک در آید یا زنی ** کاو ندارد عقل و رای روشنی‏
  • Peygamber, “ Onunla da meşverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
  • گفت با او مشورت کن و انچه گفت ** تو خلاف آن کن و در راه افت‏
  • Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın cüzüdür, nefsinse şerrin küllü!
  • نفس خود را زن شناس از زن بتر ** ز انکه زن جزوی است نفست کل شر
  • Nefsinle meşveret edersen o aşağılığın dediğine uyma, aksini yap;
  • مشورت با نفس خود گر می‏کنی ** هر چه گوید کن خلاف آن دنی‏
  • Hatta sana namaz kıl, oruç tut diye emretse bile, nefis hilecidir, o emriyle bile sana bir hile kuracaktır.
  • گر نماز و روزه می‏فرمایدت ** نفس مکار است مکری زایدت‏
  • Yapacağın işte nefsinle meşveret etmek ve ne derse aksini yapmak kemaldir. 2275
  • مشورت با نفس خویش اندر فعال ** هر چه گوید عکس آن باشد کمال‏