English    Türkçe    فارسی   

2
2469-2493

  • Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
  • از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
  • Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. 2470
  • تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروش‏اند
  • İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
  • نیک کردند و بجای خویش بود ** سهلتر باشد ز آتش رنج دود
  • Ahiret azabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
  • حد ندارد وصف رنج آن جهان ** سهل باشد رنج دنیا پیش آن‏
  • Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.
  • ای خنک آن کاو جهادی می‏کند ** بر بدن زجری و دادی می‏کند
  • O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.
  • تا ز رنج آن جهانی وارهد ** بر خود این رنج عبادت می‏نهد
  • Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, 2475
  • من همی‏گفتم که یا رب آن عذاب ** هم در این عالم بران بر من شتاب‏
  • O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalışıyordum.
  • تا در آن عالم فراغت باشدم ** در چنین درخواست حلقه می‏زدم‏
  • Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düştü.
  • این چنین رنجوریی پیدام شد ** جان من از رنج بی‏آرام شد
  • Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de.
  • مانده‏ام از ذکر و از اوراد خود ** بی‏خبر گشتم ز خویش و نیک و بد
  • Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber;
  • گر نمی‏دیدم کنون من روی تو ** ای خجسته وی مبارک بوی تو
  • Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip derttaş oldun da bu gamdan kurtardın” 2480
  • می‏شدم از دست من یک بارگی ** کردیم شاهانه این غم خوارگی‏
  • Peygamber, “Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
  • گفت هی‏هی این دعا دیگر مکن ** بر مکن تو خویش را از بیخ و بن‏
  • Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun!” dedi.
  • تو چه طاقت داری ای مور نژند ** که نهد بر تو چنان کوه بلند
  • Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
  • گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن‏
  • Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
  • این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
  • Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz. 2485
  • سالها ره می‏رویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر
  • Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
  • گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی‏
  • Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
  • ور به کل بیزار بودی او ز ما ** کی رسیدی خوانمان هیچ از سما
  • Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
  • کی ز سنگی چشمه‏ها جوشان شدی ** در بیابان‏مان امان جان شدی‏
  • Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
  • بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی‏
  • Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız. 2490
  • چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما
  • Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
  • خشمش آتش می‏زند در رخت ما ** حلم او رد می‏کند تیر بلا
  • Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
  • کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
  • Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
  • مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی می‏برم قاصد چنین‏